İnsan yaşamadan bilemezdi elbet. Nereye, neden giderse gitsin, tüm yolculukların insanı çocukluğuna götürdüğünü.
Şimdi oradayım. Büyük salonda. On beş yaşımdayım. Babam tam karşımda duruyor. Tüm anılarımla ve tüm gerçekliğiyle. Onu özlüyorum. Hiçbir şeyi özlemediğim kadar özlüyorum. En çok onu özlüyorum. Benimle konuşmasını, beni sevmesini, başımı okşayıp evladım demesini. Verdiği üç kuruş parayı özlüyorum. Onun ellerinden tekrardan tutmak, onu bu salondan alıp götürmek istiyorum. Fakat bağlı her yerim, elim, kolum. Daha kendimi bile çıkaramıyorum buradan. Şimdi sıra bende mi? Ölüm sırası bu büyük salonda, bende mi baba?
On beş yaşındaki Yeonjun bağırarak ve ağlayarak tahtında oturan prense yalvarıyordu. O zamana kadar bir kere bile kimseye yalvarmamış zavallı çocuk, babasını öldürmesin diye ne isterse yapacağını söylüyordu.
Her şey dün gibi, hala kafamın içinde beni uyutmuyor. Hatırladım. Ona nasıl yalvardığımı hatırladım.
"Lütfen, prensim! Babamın bir suçu yok, onu serbest bırakın."
Şimdi tahtında değil ama sanki onu oradaymış gibi hayal ediyordum. Gözlerim gittikçe bulanıklaşıyor ve tahtında onu seçmek zor oluyordu. Bir vardı bir yoktu.
"Tekrar yalvar Yeonjun."
Böyle söylemişti. Tekrar yalvar. Tüm güç ondaydı. Onun ellerinde, onun askerlerinde. Ağzından çıkacak her kelime altın değerindeydi. O istedi, babam öldü. Bir başıma bıraktı beni. Tüm acılarımla, on beş yaşımdaydım daha! Küçücüktüm!
"Neye bakıyorsun?"
Arkamdan gelen sesle irkilerek öne sıçradım. Prens Soobin buradaydı. Ellerini yine arkasında bağlamış, uzun saçı omuzlarına kadar uzanırken, bana yüzünde garip bir tebessümle bakıyordu.
"Ben...kapıyı açık görünce...girdim."
Gözlerimin içine bakıyordu. Dolu dolu olduklarını gördü. Çatallı sesimi duydu. Onunla bu halde konuşmak istemedim. Benim zayıf olduğumu görsün istemiyordum. Kafamı yere eğip yanından geçip gidecekken kolumdan tuttu.
"Kaçma. Akşam yemeğini sende bizimle yiyeceksin." Sakindi. Hiçbir kızgınlığı ya da öfkesi yoktu. Dünün aksine iyiydi.
Kafamı kaldırıp onun itiraz istemez gözlerine baktım. "Burada yemek yemek istemiyorum." Kolumu geriye çektim.
"Senin isteğinle hareket etmiyoruz. Akşam yaverim seni almaya gelir. Hizmetçilerin getirdiği kıyafetleri giyin ve," Kaşları havalandı. "Yıkan." dedi bastıra bastıra. Titredim. Beni nasıl etkilediğinin farkındaydı. Yıkanmadan gelirsem ben seni yıkarım gibiydi.
Ona biraz yaklaştım. Kimsenin duymasını istemiyordum. Hizmetçiler büyük salonu akşam için hazırlarken etrafımızda geziniyorlardı.
"Bana bunu yapmayın. Babamın kanının aktığı yerde yemek yedirtmeyin bana. Bari bu kadar duygusuz olmayın."
İmayla dudaklarını büzdü. "Unuttun mu yoksa? Ben duygusuzum. Kimse sevmedi beni Yeonjun, anlamam böyle şeylerden."
"Prensim,"
Sinirlenecek gibi oldu. "Odana git ve hazırlan. Akşam burada olmazsan olacakları sen düşün. Tabii hiçbir şeyin geçenki gibi olmasını istemiyorsan."
"Aç değilim." Tüm bahanelerim, neyim var neyim yok kullanmaya çalışıyordum. Şansımı deniyordum.
Gözlerini devirdi. "Aç olmasan bile burada olacaksın." Yanımızdan bir hizmetçi kadın geçti. O geçtikten sonra devam etti. "Bana itiraz edecek haddi kendinde nasıl buluyorsun sen? Dediğim hiçbir sözü ikilettirme! Git ve akşam geri gel."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
klanın son hizmetçisi | yeonbin
Fanfiction"O, alevlerini söndüremeyen karanlık bir şehirdi." başlangıç: 06/03/23 bitiş: 04/08/23