kendimi kral yaptım

581 98 88
                                    

Kalbimin derinliklerinde bir yangın sönmeye yüz tutmuş. Tıpkı acının acıya karıştığı bir karmaşa gibi. Dünyam birden gri bir sisin içine gömüldü. Gözlerimden süzülen her damla yaş yüreğimin kırık parçalarını acıyla kanattı. O sonsuzluk kadar uzaktaydı artık. Elimi uzatsam dokunamam. Gözyaşlarım aksa görmez. Konuşsam duymaz. Yalvarsam geri gelmez. O yok.

Kabullenemiyorum.

Burada uyandığım her sabaha lanet ediyorum. Kaleye geldiğim her an için, kaleye gelmemek için daha çok direnmeliydim diye kendimden nefret ediyorum. Tek yaptığımın ağlamak olduğu ve elimden hiçbir şeyin gelmediği o anlardan öylesine nefret ediyorum ki, nefretim kendimi öldürmek isteyeceğim kadar büyüyor.

Okyanusun dibine battım bende. Onunla birlikte çekti beni de bataklık içine. Geri dönüşü var mı bilmiyorum. Kurtulmak çok zor. Nasıl kurtulurum onu bile bilmiyorum. Kurtulmayı düşünmüyorum. Yok olabildiğim kadar yok olmak istiyorum.

Kral Soobin yok.

Kral Soobin öldü.

Parmağıma bir diken battı ama acısı bedenimin her yerine yayıldı. Sardı sarmaladı. Yapayalnız hissettirdi. Öylesine yalnızca ve çaresizce ki...Sanki ruhum yokmuş gibi bedenimde. Gecenin karanlığında rüzgar ağaçların dallarını sallasa incecik dal parçası gibi savrulurum bende. Hiç gücüm yok. Dayanağım kalmadı. Bir başımayım.

Kabullenemiyorum. Bu kadar kolay değil. Beni bırakıp gitmesi, veda bile etmemesi. O gece öleceğini bilerek geldi yanıma. Bunu düşünmek bile canımı yakıyordu. O her şeyi bilirke ben sadece sanrılarımla yaşıyordum. Her şeyden haberdardı. Öptü beni. Sarıldı. Sözlerindeydi her şey, bakışlarında. Fark ettim ama o an için bile kabul etmek istemedim. Kral Soobin'di bu, düşünemedim bile.

Dedim ya, "...öylesine nefret ediyorum ki, nefretim kendimi öldürmek isteyeceğim kadar büyüyor." Büyüdü. Büyüdü. Kendimi orada buldum. Tavşan Tepesin'de. Kral Soobin demişti. Tavşan Tepesi, ölüm gecesi. Aşağıda Ansan Deniz'i. Ayaklarımın altında. Tepeye çıktım. Tek başıma. Yanımda Kral Soobin yokken. Mavi kelebeği kovaladım. Gözlerim onun omzunu aradı. Bir kere bile bana konmadı kelebekler. Şimdi bile gelse, burada olsa ona konacaklardı.

Mavi kelebek o kadar hızlıydı ki, onu yakalamak çok zordu. Kocaman kanatları, her çırpışında büyülüyordu beni. Onu takip ederek önüme bile bakmadan koştum, kovaladım. Nerede duracak merak ettim. Durmadı. Uçurumun kenarından gökyüzüne kaybolarak arkasında iz bile bırakmadan uçtu, gitti. Ayaklarım uçurumun dibinde. Denizin maviliği gözlerimi kamaştırdı. Bir kelebeğe sahip olmayabilirdim ama onunla birlikte yüzdüğümüz suda sonsuza dek yüzebilirdim. Kocaman kayanın yanına kadar tek başıma yarışabilir ve kazanan olabilirdim. Hepsini şimdi yapabilirdim.

Ondan önce suya girdim. Soğuktu ama bu önemli değildi. Bedenim alışırdı. Prens hemen arkamdan geldi. "Fazla heyecanlısın!" Bana doğru bağırdı. Gülümsemeden edemedim. "Suyu seviyorum." Beni duydu. Onu tutan suya rağmen hemen yanıma geldi. Su göğsümüze kadar geliyordu ve ikimizde çok sık nefes alıyorduk. Omuzlarımdan tuttu. "Beni de sev." dediğinde baygın gözlerle baktım ona. "Şuradaki taşa kadar yarışalım." Parmağımla gösterdiğim yere baktı. Konuyu hemen değiştirmem onun dikkatini dağıtmıştı. "Tamam." diye beni onaylarken ellerini omuzlarımdan çekti. Yarış başladı. İkimizde aynı anda suya daldık ve yüzmeye başladık.

"Sizi de seviyorum kralım." Duyamadım. Kendi sesimi bile duyamadım. "Size aşığım! Lütfen geri gelin! Anılarımızı bana emanet etmeyin!"

Geri gelmeyecek. Biliyorum. Bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bizden başka hiçkimse bu tepeye çıkmayacak, öpüşmeyecek, sarılmayacak, acılarından bahsetmeyecek...Burada biz yüzdük. Biz kelebek kovaladık. Mavi kelebek bizim. Mavi deniz bizim. Bu tepe bizim!

klanın son hizmetçisi | yeonbinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin