Yubin Usta. O bir likör ustası. Sadece bu kadar değil. Her şeyde iyi. Prens Soobin'in yıllar önce öğretmeni olmuş. Şimdi de sarayda özel olarak seçilmiş öğrencilere ders veriyormuş. Beomgyu, Bilge Taehyun bunların içinde. Daha tanımadığım çok kişi var. Hepsi şu an karşımda. Tedirgince onları süzerken bana bakışlarından korktum. Hepsi beni yiyecekmiş gibi bakıyordu. Düşmanları değildim. Hiçbiriyle daha önce tanışmamıştım bile.
"Choi Yeonjun. Benim arkadaşım. Onunla iyi geçinseniz iyi edersiniz yoksa prens canınızı okur." Beomgyu beni korumak adına onlara tehdit savuruyordu. Karşımızda kollarını göğsünde bağlamış sarı saçları olan oğlan yarım ağız sırıttı. "Merak etme Beomgyu, onun kim olduğunu hepimiz gayet iyi biliyoruz." Bu dediğine hep birlikte güldüler. Beomgyu, Bilge Taehyun ve ben hariç.
"Yubin usta mı istedi seni?" Başka bir tanesi küçümsercesine sordu. Cevap vereceğim sırada Beomgyu atıldı. "Yubin usta istemese bile o burada olabilir."
Kolundan geriye çektim onu. "Beomgyu, onlarla aranı bozmaya değmez. Gerçekten." Fısıltıyla konuştum. Beomgyu beni dinlemedi. "Onları zaten sevmiyorum." dedi hepsine nefretle bakarken.
Sarı saçlı oğlan bize doğru yaklaştı. Benim önümde durdu. "Birisi derslerden kovuldu ama hala gelmeye devam ediyor çünkü prensin en yakın arkadaşı, diğeri de prensin akrabası." Alayla güldü. "Hiçbir yeteneğiniz yokken bile buradasınız. İlgisiz ve meraksızlar. Cahiller." Parmağını göğsüme yasladı. "Benim adım Hyuka, Yeonjun. Prense istediğin kadar beni öldürmesi için yalvarabilirsin. Ben onun öldüremeyeceği son kişiyim."
Göğsümdeki parmağını tutup ittirdim. "Neden seni öldürmesi için yalvaracakmışım?"
Düşünüyormuş gibi yaptı. Arkasını dönüp arkadaşlarına baktı. Hepsi bizden nefret ediyordu. Sebebi neydi? Onlarla ilk defa karşılaşmama rağmen beni tanıyormuş gibiydiler. Tekrar bana döndüğünde, "Çünkü eğer senden nefret edersem, ki etmeye başladım, senin peşini bırakmam."
Parmağını tekrardan göğsüme yasladı. "Ayağını denk al küçük oğlan." Beomgyu aramıza girip bizi ayırdı. Gözleri hala bendeydi. Derdi neydi? Şimdiden bulunduğum yerden kaçmak istiyordum. Bu insanların arasında yaşayamazdım. Beomgyu bir iyilik yapıp beni tanıştırmak istemişti ama o bile bunu beklemiyordu, eminim. Onlardan beni sevmiyordu. Beomgyu'yu sevmiyordu. Hyuka denen sarı saçlı oğlan, neden prens onu öldüremeyecekti ki?
Yubin Usta geldi. Onunla tanıştım. Bana beni zaten tanıdığını söylediğinde şaşırdım. Prens ile benim hakkımda konuştuğunu, prensin ona benden bahsettiğini söyledi. Şaşkınlığım giderek artarken derslerinde beni de görmek istediğini ekledi. Özel olarak ders bile alabileceğimi, eğer istersem her şeyi önüme sunabileceğini söyledi. Beomgyu ve ben tüm bunları hayretle dinledik. Prensin benim için bunları yapmasını beklemiyordum. Daha şehir dışından dönmemişti bile!
Tüm ders boyunca bir köşede onları izledim. Katılmak istemedim. Ben istemeyince Beomgyu'da istemedi ama Yubin Usta onu azarladığında aralarına katıldı. Bilge Taehyun'da buradaydı. Çok az konuşuyordu ama mantıklı konuşuyordu. Yüzünden ciddiyet akıyor, hiçbir şakaya gülmüyor ve şaka yapmıyordu. Şimdilik bu kadarını gözlemlemiştim.
"Hyuka kim?" Ders bittiğinde Beomgyu ile kütüphaneye gidiyorduk. Sarayda üç tane kütüphane olduğunu bir tanesine sadece prensin girebildiğini diğerlerine ise herkesin girebildiğini söylemişti. Hangisi daha az kalabalıksa ona gidelim demiştim.
Beomgyu gözlerini devirdi. "Bilmek istemezsin." Kolunu dürttüm. "Hadi ama! Madem benimle uğraşmak istiyor en azından düşmanımı bilmeliyim."
"Düşmanın çok tehlikeli birisi Yeonjun. Bence bırak sadece o seninle uğraşsın."
Kaşlarımı çattım. Söylediklerinde ciddiydi. "Bu ne demek?"
"Bu şu demek Yeonjun, Hyuka'nın babası üç toprağı olan bir lord ve bu topraklarının ikisinde Soobin'in kaleleri var. Orada bizim insanlarımız yaşıyor. Bu yüzden Soobin Hyuka'ya hiçbir şey yapamaz. O zaman savaş çıkar."
"Aaa," dedim aralık ağzımı kapatırken. "Demek öyle."
Hyuka, önemli birisiydi demek. Zengin, soylu, toprağı olan ve bilgili. Kendisini yükseklerde gören ve kimsenin onu düşüremeyeceğine inanan birisi. Hyuka...
Beomgyu ile akşama kadar kütüphanede kitapları karıştırıp birkaç tanesinin birazını okuduk. Boştu. Bizden başka kimse yoktu. Bu yüzden o kadar sesliydikki kendimiz sesimizden rahatsız olacaktık neredeyse. Bir ara kitapları bırakıp birbirimize anılarımızı anlatmaya geçtik. Ben ona kendim hakkımda çok bir şey söylemedim. Sadece tüccarlık hayatımdan bahsedip ona dair anılarımı attım. Beomgyu ise bana her şeyini anlattı.
"Küçükken Soobin ile bu sarayda ne oyunlar oynardık." O günleri özlüyor gibiydi. "Soobin asla yenilmezdi. Hangi oyunu oynarsak oynayalım kazanan hep o olurdu. Hırslı, tuttuğunu koparan ve istekli. Soobin hala aynı Soobin."
Dudaklarımı üzgünce büzdüm. "İlgisiz, meraksız, duygularını bilmeyen, sadece kendi bildiğini yapan-"
"İnsanlardan nefret eden."
"Sadece kendisini seven-"
"Seni de seviyor Yeonjun."
Gözlerim büyüdü. 'Yok artık' der gibi baktım. Hızla kafasını salladı. "Tek bir şey." dedi heyecanla. "Tek bir şey söyleyeceğim ve bana inan."
"Hmm?"
"Eğer prens seni sevmeseydi ya da senden nefret etseydi seni o gece öldürürdü. Sarayın içinde istediğin gibi gezmene izin vermezdi. Yubin ustaya seni anlatmazdı. Eğer seni sevmeseydi Yeonjun, o askeri öldürmezdi."
Beomgyu farkındaydı. Prensin bana ilgisinin olduğunun ve bunun dikkat eden herkesin görebileceği kadar net olduğunu biliyordu. Hiçbir şey öylesine değildi. Her hareketin bir anlamı vardı. Her şey benim içindi. Bir asker, bir ayna, bir kolye...Ölmemiş olmam bile anlamlıydı. Diğer kızlar gibi değildim. Benimle yatmamış ve beni bunun içinde zorlamamıştı.
Beomgyu bana bunları söyledikten sonra kabul ediyor olsam bile reddediyormuş gibi yaptım. Ona hala tam anlamıyla güvenmiyordum. Fakat o itiraz edip durdu. Prense sormayı bile teklif etti ama hemen reddettim. Böyle bir şey mümkün olamazdı hem o şu an şehir dışındaydı.
"Ben de seni arıyorum her yerde." Yaver kızar gibi benimle konuştuğunda Beomgyu hemen uyardı. "Neden onu arıyorsun ki?" Yaver ona ters ters baktı. İkisi de birbirinden hoşlanmıyordu.
"Prens Yeonjun'u bana emanet etti. Ona bir şey olursa sorumlusu benim. O yüzden onu bir yerlere götürmeyi bırak Choi Beomgyu."
Beomgyu gözlerini devirerek baktı ona. "Sarayın içinde nereye gidebiliriz ki?"
Yaver beni oturduğum yerden kalkmam için uyanırken ayaklanıp yanına geçtim. Beomgyu gitmeden önce son kez sarıldı ve yarın tekrar görüşeceğimizi söyledi. Kütüphaneden çıktığımız gibi prensin odasına giderken merakla sordum. "Prens döndü mü? Ne çabuk!"
"Dönmedi." dedi hemen beni redderek. "Ben yokken Yeonjun odamda kalacak, dedi." Bunu duyduğum an içimde bir şeyler dalgalandı. Ateş gibi sıcacık bir his yayıldı vücuduma. Güzel hissettim. Ama göstermek istemiyordum. "Yemeğim? Yemek yemedim." dedim telaşla. Yaver odanın kapısını açıp içeri girmemi beklerken, "Prensin yemeği odasına gelir. Seninki de gelecek. Dert etme." dedi. Kafamı sallayıp içeriye girdim. Arkamdan kapı kapandı.
Geçen sefer tek başıma odaya girip gizlice kendime dokunduğum için kızarken şimdi benim odasında kalmamı istiyordu. Tuhaftı. Ona sevgisiz büyümüş, duygulardan anlamıyor diyor olsam bile görüyordum. Değer verdiği bir şeye nasıl sahip çıkması gerektiğini biliyordu.
Prens Soobin bana değer veriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
klanın son hizmetçisi | yeonbin
Fanfiction"O, alevlerini söndüremeyen karanlık bir şehirdi." başlangıç: 06/03/23 bitiş: 04/08/23