Belki bazı insanlar için büyük bir hayal kırıklığıydım, bazılarının kalbini kırmış, söylenmemesi gereken şeyler söylemiştim ama bu zamana kadar kendimi hep değerli görmüştüm. Kendi kalbimi kırdırmamış, hayal kırıklığına uğramamış, -çünkü kimseden bir beklentim yoktu- kendimi ezdirmemiştim.
Beni nereye gitsem severlerdi. Kalbim temiz, yüreğimde yalan dolan yok. Her yerde arkadaş edinir, herkesi tanırdım. Bu yaşımda, herkesten daha çok şey görmüştüm. Bununla övünmek bir yana, bana getirdiği bilgeliği ve kazandırdığı karakteri söylüyorum. Bugün olduğum kişiyi ellerimle kazıya kazıya kazandığım her bir kuruşa borçluyum.
Lakin şimdi, sonbaharda yapraklarını döken kurumuş bir ağaç gibi soldum gittim. Unutuldum. Kendimi unuttum. Nereden geldiğimi, ne yapmak istediğimi, ne yaptığımı. Öfkem diriydi, söndü ateşi. Bütün nefretim bu saray kadardı, dağları aşardı, kayboldu gitti. Geriye kalan tek şey yenilmişliğin verdiği acı his. Boğazımı düğümletip elimi kolumu bağlayan bu lanet his.
Tam şuramda, göğsümde taşıdığım duygularımı kaybettim. Tek bir hamle beni yıkmasına yetti. Bir sözü tüm umudumu parçaladı. Şimdi biliyorum, tekrar kalkmam zor olmayacak ama kalkmak için o gücü bulmam her şeyden zor olacak. Pes etmedim, hala omuzlarım dik, çenem havada, sivri dilimde her söz. Sadece düştüm ve bu düşüş bana umutlarımı kaybettirdi.
Prensin odasında, onun karşısında yıkandıktan sonra odama döndüğümde tekrar yıkanmış ve yatağıma bırakılan yeni kıyafetleri giymiştim. En son dün akşam yediğim yemekle duruyordum ve karnımın sesi beni rahatsız ediyordu. Neredeyse gece yarısı. Herkes uyuyor. Yatağımdan kalkıp sessiz adımlarla koridora çıktım. Uzun koridoru ve merdivenleri inip alt kattaki geniş mutfağa vardığımda elimdeki mum yardımıyla her şeyi aydınlattım.
Masanın üzerinde bulduğum kırmızı elmaların birinden kocaman bir ısırık alıp yerine geri bıraktım ve akşam prens için pişirilen yemekleri aramaya koyuldum. Dolapları karıştırdım, örtüleri açtım, tahta kutulara baktım. Bir beze sarılmış peynirli börekleri cebime koydum. Şişedeki likörü alıp yarım bıraktığım elmayı da ağzıma aldım. Ellerim ve ağzım tamamen doluydu. Önümü göremiyorken mutfaktan çıkmak için bir adım atmıştım ki bir şeye çarptım. Geriye doğru sendelerken kolumdan tuttu, kendisine çekti beni.
"Kocaman bir mutfak faresi demek ha?" Bu Beomgyu'ydu. Korkudan ve heyecandan hızlı atan kalbim yavaşlamaya başladı. Elinde tuttuğu mumu aramıza getirdi ve onun yüzünü gördüm. Gülüyordu.
"Acıktın mı? Gece gece?" Kafamı salladım. Ağzımdaki elmayı çekip aldı. Çeneme doğru akan suyu dilimle yaladım. "Uyku tutmadı. Siz neden buradasınız?"
Elmayı benim ısırdığım yerden umursamazca ısırdı. "Mutfağı kontrol ediyim dedim. Malum fareler olabiliyor."
Bir an inanacaktım. "Ciddi olun. Neden gecenin bu saatinde geldiniz?"
"Bana adımla seslenirsen söylerim."
Bunu yapmamak için bir nedenim yoktu. "Peki. Neden geldin Beomgyu?" Elmayı tekrar tekrar ısırdı. Ağzı doluyken, "Ben de acıktım. Kalp kalbe karşıymış bak. Aynı anda mutfağa gelmişiz." dedi.
Pek inanmadım ama kimseye yakalanmadan odama dönmek istiyordum. "Peki, iyi geceler o zaman sana." Yanından geçip giderken önümde durdu. "Yarın bir işin var mı?"
Durdum. Bir işim yoktu ama düşünüyormuş gibi yaptım. Onunla arkadaş olmanın iyi mi yoksa kötü mü olacağına karar veremiyordum.
"Seni gladyatörleri izlemeye götürmek istiyorum. Yarın öğleden sonra?"
"Tamam." dedim hızlıca. "Gidelim."
Ertesi sabah, üzerimde kendi yıkanmış kıyafetlerim, karnım tok, yüzümde anlamsız bir gülümsemeyle Beomgyu'nun yanına gittim. Onun bembeyaz atı, ismi Karbeyaz'ı, o ve ben sarayın ön bahçesinden kimseye selam sabah vermeden uzaklaşırken, saraydan prensin izni olmadan ayrılamayacağım düşüncesi tamamen aklımdan çıkmıştı. Hayır, böyle bir şey olduğunu bile bilmiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
klanın son hizmetçisi | yeonbin
Fanfiction"O, alevlerini söndüremeyen karanlık bir şehirdi." başlangıç: 06/03/23 bitiş: 04/08/23