"Beomgyu ile nasıl tanıştın?"
Onun odasındaki yemek masasındayız. Hiçbir şey olmamış gibi beni yemeğe davet ettikten sonra karnımın guruldaması yüzünden karşısına oturdum. Prens için hazırlanan güzel ve mis gibi kokan etli yemekler, tüm sebzelerden yapılmış farklı salatalar, özel olarak kesilmiş ve haşlanmış etli çorba, tabaklar dolusu meyveler...
Ağzım doluyken cevapladım. "Yanıma geldi. Bahçedeydim. O benimle konuştu ilk."
Ağzındaki lokmayı bana bakarak uzun uzun çiğnedi. Yemeğine geri dönerken dudaklarını büzdü. "Sana nasıl davranıyor?"
Güldüm. "Sizden daha iyi."
Hoşuna gitti, güldü. "Herkes benden iyidir. Öyle olması gerekiyor."
Hiçbir şey demedim. Onunla istediği gibi konuşmaya niyetim yoktu. Benden ne istiyorsa ona vermemek için sonuna kadar çabalayacaktım. Her şeyi bu kadar kolay elde edemezdi.
Elindeki çatalı ve bıçağı masaya bıraktı, bir bezle ağzını silip arkasına yaslandı. Beni izlemeye başladı.
"Acıkmışsın." Kafamı kaldırıp ona baktım. O söyleyene kadar ne kadar hızlı yediğimin farkında değildim. Ağzımda kalan lokmayı yavaşça çiğnerken elimdekileri masaya bıraktım. "Doydum." dedim imayla.
"Yemeğe devam et. Önündekileri bitir."
Kafamı iki yana salladım. "Doydum." dedim tekrardan.
Ellerini masaya koyup eğildi. "Bunu sana emrediyorum. Reddetmeye tenezzül bile edemezsin. Yemeğe devam et."
Bir an her şey geçenki gibi olacak sandım. Bana zorla yemeği yedireceği düşüncesi aklımdan geçerken elime çatalı tekrardan alıp yemeye koyuldum. O gün beni korkutmuştu. Karşısında kendimi yıkamak o kadar kötü hissettirmişti ki, ne zaman aklıma gelse beni korkutmaya devam ediyordu. Bir daha yaşamamak için yapıyordum tüm bunları.
"Aferin." Tüm yemeği bitirdiğimde yerinden kalkıp yanıma geldi. Masaya kalçasını koyup üzerime eğildi ve parmağıyla dudağımın kenarından tuttu. İçimde bir korku belirdi. Geri çekilmek istiyordum.
"Seninle tanışıyoruz Yeonjun." Gözlerimi kırpmadan ona bakıyorum. "Beni hatırlıyor musun?" diye sorarken başımla onayladım onu. Sizi nasıl unuturdum? Nefret ettiğim kişiyi. Bu dünyadaki tüm kötülükleri hak edeni.
"Beni nasıl hatırlıyorsun?" Parmağı hala orada. Gözlerimi diktim, içimdeki nefretim yükseldi. "Babamı öldürdünüz." Kendime bile sesli itiraf edemediğim gerçeği şimdi ona söylüyordum.
"Bu yüzden mi nefret ediyorsun benden?"
"Başka bir nedenim yok. İhtiyacım da yok. Ölüm, sizin için sıradan bir şey. Bencilsiniz, acımasız ve düşüncesiz. Sizde aksini aramıyorum zaten."
Parmağı dudağım boyunca kaydı. Bana rızam olmadan dokunması tedirgin hissettiriyordu. "Ölümün benim için sıradan olduğuna nerden vardın?"
Dişlerimi sıktım. "Babamı öldürdünüz. Sizin gibi olmayan birisini öldürmek oldukça kolaydı." Tırnağını dudağıma bastırdığında küçük bir acı nidası kaçırdım ağzımdan.
"Başka kimleri kolayca öldürdüm bilmek ister misin?"
"İstemiyorum." Kafamı yana çevirip elinden kurtuldum. "Bırakın gideyim. Sizden nefret ediyorum ama bu sizden intikam almak istediğim anlamına gelmiyor. Nefretimle yaşamaya devam etmek istiyorum. Tek başıma, buradan uzakta." Kafamı çevirip baktım ona. "O yüzden izin verin de gideyim evime." Yalvarır gibi söylüyor olmam onu ikna etmek içindi. Tüm sözlerim belki vazgeçer de beni bırakır diyeydi.
Masadan kalktı. Arkasını dönüp birkaç adım ilerledi. "Evin burası senin. Bu saray, kaldığın oda, arka bahçe. Başka bir evin yok."
Ayaklandım. Bana bir şey yapmıyor oluşundan ve sinirlenmemesinden güç alıyordum. Ellerimi masaya yasladım. "Siz evin ne demek olduğunu biliyor musunuz ki? Ev duvarların arası değildir."
Birden arkasını dönüp baktı bana. Ellerini arkasında, bel boşluğuna birbirine bağlamış. Sinirli değil ama tek bir sözüme karşı çıkacak gibi bakıyor. Bana doğru adımlarken susmadım. Öldürse de öldürmese de konuşmaya devam edecektim.
"Öyleyse söyle, ev nedir senin için?"
"Ev birisidir, birileridir. Benim evim sekiz yıl önce benden aldığınız babamdı. Sonra yok oldu evim. Siz yıktınız. Bu yüzden, benim artık bir evim yok ama merak etmeyin başka bir tane bulmak zor değil."
"Saçmalık!"
Yavaştan gözlerimin dolduğunu fark ettiğimde elimin tersiyle çaktırmamaya çalışarak sildim hepsini. Yanıma geldi. Tam karşımda koyulaşmış iri gözleriyle bana bakıyor.
Kaşları çatık, "Kimse kimseye ev diyebilecek kadar güvenip sahip çıkamaz. Baban olsa bile." dedikleri karşısında anlık bir afallama ile ne cevap vereceğimi bilemedim.
Kafamı iki yana salladım. "Siz hiç kalbinizde ciddi bir duygu beslemediniz mi?"
Masadan ayrıldım. Karşısına geçtim. İkimizde birbirimize öldürecekmişiz gibi bakıyoruz ama şu an da prensin kendi içinde düşünceleriyle çatıştığına eminim. Öyle bakıyor bana. Anlam veremiyor gibi. Çözmeye çalışır gibi.
"Görüyorum ki sevgiden yoksun büyümüşsünüz prensim. Bu yüzden hissettiğiniz duygulara bir isim veremiyor, anlam yükleyemiyorsunuz."
Kaşlarını çattı. "Çık odadan." diye dişlerini sıka sıka emir verdi bana. Dinlemedim. Onu bu şekilde avucumun içinde ezmek Başka bir duyguydu, başka bir güç. Zevk veriyordu. Çünkü onun hassas olduğu noktayı yakalamıştım. Bırakmazdım.
Sözlerim sert, o nasıl bana acımadıysa ben de ona acımadım. "Anneniz, babanız bile katlanamamış size. Evlenecek bir kadın bile bulamıyorsunuz erkeklerle birlikte oluyorsunuz! Kimse sizi istemiyor mu? Hiçbir kadın sizi sevmeyecek mi? Her gece altınıza aldığınız kadınları sizi sevmeyecekleri için mi öldürüyorsunuz? Bundan mı korkuyorsunuz?"
"Çık dışarı!" Öyle hiddetli bir öfkeyle bağırdı ki yerimden sıçradım. Ellerim korkudan titrerken hızla atan kalbimi hissettim. İşte şimdi kellesini alın bu çocuğun dese kendisi bile beni arzuladığı halde durmazdı. Nereden geldiğini bilmediğim cesaretim peşimi bırakmadı. Son kez, ama büyük bir laf ettim.
"Ne yazık, şu koskoca dünyada sizi seven tek bir insan bile olmamış."
Elini kaldırdı, yüzüme inen sert tokatla kendimi yerde buldum. Gözlerim karardığında ve kulaklarım sesleri bir uğultu gibi duymaya başladığında korkuyla elimi yanağıma götürdüm. Cayır cayır yanan yanağıma bastırdığım elim tir tir titriyordu. Gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı ve tekrardan ayağa kalkacak gücü kendimde bulamadım.
"Askerler!"
Odanın kapısı açılıp içeriye askerler girdiğinde prensin sesini son kez duydum.
"Atın bunu zindana!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
klanın son hizmetçisi | yeonbin
Fanfiction"O, alevlerini söndüremeyen karanlık bir şehirdi." başlangıç: 06/03/23 bitiş: 04/08/23