Bölüm 50: Araf

316 22 1
                                    

Kadınlar günümüz kutlu olsun🌸

.

İnsan ömrü sürekli bir koşturmaca içerisinde akıp gider. Henüz bebekken bile aşmamız gereken birçok engel vardır. Yaş aldıkça sorumluluklarımızın ağırlığı da artmaya başlar. Bu yüzdendir ki çocukken büyük olmaya özeniriz, büyüyüp yetişkin olunca da çocukluğumuza geri dönmeyi isteriz. Bu koşturmaca içerisinde bazen mutlu olmayı bile unuturuz. Yüzeysel mutluluklar değil, ruhumuzu doyuran gerçek mutlulukları görmezden gelerek yaşar dururuz. Bazılarımız başkalarının bizi sokmaya çalıştığı kalıplarda hapsolur ve gerçekten ne istediğini sorgulamayı bırakır, bazılarımız ise geçmişin pişmanlık yükü ve gelecek kaygıları arasında ezilip durur. Tıpkı Flaubert'in de söylediği gibi; "Geleceği düşünüp eziyet çekeriz, geçmişi düşünüp geride dururuz, işte bu yüzden, şimdiki zaman elimizden kaçar gider." Belki de değiştiremeyeceğimiz geçmiş hakkında düşünmeyi bırakıp, bugün olduğumuz yerde mutlu olup olmadığımızı sorgulamalı, şu anın kıymetini daha çok bilmeliyiz. Çünkü şu an bir daha gelmeyecek, gelecek içinse ne kadar zamanımızın olduğu meçhuldür...

Ucu bucağı gözükmeyen bu sığ suyun içerisinde yürümeye devam ederken, artık bir geleceğimin olamayacağını düşünüyordum. Burada ne bir kıyı vardı ne de sığınabileceğim bir yer gözüküyordu. Sadece gökyüzü ve ayak bileğimin biraz üzerinde bitip sonsuzmuş gibi uzanıp giden su vardı. Üzerimde beyaz uzun bir elbise, saçlarımsa omzumdan göğsüme doğru dökülüyordu. İçimde belirsizlikten kaynaklanan bir korku, erken vazgeçtiğim şeyler için duyduğum pişmanlık ve geride bırakacağım insanlara karşı bir özlem vardı. Ölmek böyle bir şey miydi?

Daha fazla dayanamayarak, "Kimse yok mu?" diye bağırdım. Fakat yankılanan sesimden başka bir şey duymuyordum. Yürümeyi bırakıp koşmaya başladım. Hiç durmadan ilerliyordum fakat değişen hiçbir şey yoktu. Nefes nefese kalmışken tekrar "Yardım edin!" diye bağırdım. Ancak hâlâ bir değişiklik yoktu. O esnada karnıma saplanan bir acıyla dizlerimin üzerine çöktüm. Bakışlarımı karnıma çevirdiğimdeyse elbisemin kanla kaplı olduğunu görmüştüm.

"Özür dilerim, lütfen dayan sevgilim."

Barış'ın çaresiz çıkan sesini duyduğumda gözlerimi anında yukarı çevirdim. Onun endişeyle bakan gözleriyle buluştuğumda tekrar ormanda olduğumu fark etmiştim. Hissettiğim o keskin acıyla zar zor açık tuttuğum gözlerimi karnıma çevirdim. Barış'ın eli yaramdaydı ve orayı yakıyordu. Acıdan dolayı istemsizce bağırıyordum ve bir elim Barış'ın yakasına yapışmış, diğeri ise yaramı yakan elini çekmeye çalışıyordu. Ancak ben hiçbirini bilinçli yapmıyordum, sanki vücudum kendiliğinden tepki veriyordu ve zihnim ise gerçeklikle hayal arasında gidip geliyordu. Yalvarırcasına Barış'ın yakasını biraz daha çektim, o da çaresiz çıkan sesiyle özür dileyip duruyordu. O esnada fark ettim ki onun da göğsünde bir yara vardı fakat yeni yakılmış gibi değildi, büyük ihtimalle yara alır almaz yakmıştı. Sonra elim birden güçsüzleşti ve gözlerimin önünde uçuşan siyah noktalar çoğalarak bir bütün haline geldi. Beynimin yoğun acıya verdiği tepki yüzünden yine bilincim kapanıyor gibiydi. Barış'ın çaresizce, "Hayır, hayır! Bayılma güzelim, kendini iyileştirmen gerekiyor!" diye beni sarsarak uyanık tutma çabaları karşılıksız kalmış, zihnim tekrar karanlığa gömülmüştü.

Çok geçmeden gözlerimi açtım ve tenime değen soğuk suyu hissettiğimde yattığım yerden doğruldum, yine aynı sığ suyun içerisindeydim. Ayağa kalktım ve çaresizce sağıma soluma bakınmaya başladım. Buradan çıkmak, Barış'ın yanında olmak istiyordum fakat ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Yapabileceğim tek şeyi yapıp koşmaya başladım. Koruyucuların dünyasında her şey inanmakla başlıyordu, belki ben de inanırsam bir yere varabilirdim.

KORUYUCU: SON MELEZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin