Bölüm 20: Gündüz Yürüyen

508 27 0
                                    

Motorla mezarlığa doğru ilerlerken, aklıma ailemizin ölüm haberini aldığımız gün gelmişti. O anda hissettiğim inkâr duygusu, onun ardından gelen ve sonsuza kadar sürecekmiş gibi hissettiren o ağlama isteği. Naaşlarını gördükten sonra gelen acı kabulleniş ve onları toprağa verdikten sonra gelen sonsuz bir boşluk hissi... İşte orada büyüdüm ben. Yirmi yaşında, daha hayallerinin başında bir genç kızken, bir anda sorumluluk sahibi yetişkin bir kadına dönüştüm. Hayallerimi bir kenara attım ve benim için önemli olan tek kişi için savaşmaya başladım; kardeşim için.

O olmasaydı o zamanlar ne durumda olurdum, bu süreci nasıl atlatırdım bilmiyorum. Evet onun için sorumluluk almış olsam bile, o da bana çok destek olmuştu. Birbirimize destek olarak bugüne kadar gelmiştik. Şimdi onun zarar görebilecek olma ihtimali bile beni yiyip bitiriyordu. Onu korumak için her şeyi yapardım, tıpkı onun da benim için yapacağı gibi.

Mezarlığa ulaştığımızda motordan inip etrafa bakınmaya başladım. Gerçekten de kimseler yoktu ve bu durum beni daha da endişelendiriyordu. Konumu takip ederek iz sürerken, bir ağacın altındaki bankta oturmuş ikiliyi gördük. Arkaları bize dönüktü ve sarılıyorlardı. İyi olduklarını gördüğümde biraz olsun rahatlamış olsam da sorumsuzlukları sinirimi bozmuştu. Bakışlarım Barış'ı bulduğunda onun da benimle aynı durumda olduğunu gördüm.

Hızlı adımlarla yanlarına doğru yaklaştığımda, duyduğum şeyler sinir katsayımın daha da artmasına sebep olmuştu. "Bence senden duyması daha iyi. Yani neredeyse bir haftadır sevgiliyiz ama ablanın haberi yok. Zaten anlıyor gibi bana tuhaf davranıyor."

"Sen niye buna bu kadar takıldın? Söyleyeceğim diyorum ya..."

"Evet Kuzey, sen neden buna takıldın ki? Sonuçta söylemese de olur, ben kimim ki?" Daha fazla dayanamamıştım. Zaten onlara bir şey mi oldu diye yüreğimiz ağzımıza gelmişti, onlarsa burada randevuya çıkmışlardı. İkisi de şaşkın gözlerle bize döndü, onları nasıl bulduğumuzu sorgular gibi bakıyorlardı. "Abla... Sizin burada ne işiniz var?"

"Asıl sizin burada ne işiniz var? Kaç saattir size ulaşmaya çalışıyoruz, biriniz açmıyor öbürünüzün telefonu kapalı! Biz buraya gelene kadar neler düşündük haberiniz var mı? Size bir şey oldu zannettik. Ama bizimkiler burada randevuya çıkmışlar!"

"Abla biraz abartmıyor musun? Şarjım bitmiş ne var bunda? Ben çocuk değilim, ayrıca sen de benim annem değilsin!" Bu sözleri, kalbimin en derininde bir şeylerin kırılmasına sebep oldu. "Evet, ben senin annen değilim Mira, ama ailesini kaybeden tek kişi de sen değilsin! Keşke biraz bunun farkında olsan artık!" Gerçekten ne kadar korktuğumdan haberleri yoktu. O kadının nasıl öldürüldüğünü görmüştüm. Aynısının sevdiğim birine olacak olması beni mahvetmişti. Buraya gelene kadar aklım çıkmıştı, onların rahatlığını görünce de iyice delirmiştim. Şu anda pişman bir ifadeyle bana bakıyordu ama bu lafı kolayca sindirebileceğimi sanmıyordum.

"Kızlar tamam, biraz sakinleşin lütfen. Mira, siz bugün ormanda olanları bilmiyorsunuz sanırım ama biz şu anda morgdan geliyoruz. Zor bir gün geçirdik ve size ulaşamayınca da endişelendik doğal olarak."

"Ne! Ne morgu?"

Barış olanları anlatırken, ben de telefonuma gelen mesaja bakıyordum. Mert, aracın karakolun arka bahçesindeki otopark kısmında olduğunu yazmıştı. Bu kısma kartla girildiğini ve nöbetçi polisin olduğunu, sadece görünmez bir şekilde araç girişindeki bariyerin altından geçerek girebileceğimizi söylüyordu.

"Abi neler olmuş böyle ya?"

"Şimdi anlıyorsunuzdur sanırım."

"Abla..." Mira'nın konuşmasına fırsat vermeyerek Barış'a döndüm. "Mert mesaj atmış, araca nasıl ulaşacağımızı anlatmış. Biz seninle önce oraya gitsek olur mu? Belki işimize yarayacak başka şeyler görürüm." Barış onaylarken Kuzey araya girdi. "Alin sen yeterince yorulmuşsun zaten. Siz dönün, ben bakarım araca."

KORUYUCU: SON MELEZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin