Bölüm 3: İstenmeyen Ziyaretçi

1.2K 66 0
                                    

"Merhaba Alin."

Gözlerimi kaçırdım. Kalbim çok hızlı atıyordu. Derin bir nefes alıp yüzüme bir gülümseme yerleştirdim. Bunu yapabilirdim. "Hoş geldiniz. Yardımcı olmamı ister misiniz?" Evet, planım son ana kadar bilmiyor numarası yapmaktı.

"Yardımcı olmanı isterim. Mesela benimle dün akşam hakkında konuşarak yardımcı olabilirsin Alin."

"Neden bahsettiğinizi anlamadım, daha önce karşılaşmış mıydık? Hem ismimi nereden biliyorsunuz?" Gerçekten, ismimi nereden biliyordu? Sırıttı. "Buna devam edeceksin yani?"

"Neden bahsettiğinizi anlamadım. Daha önce buraya geldiniz sanırım, ismimi oradan biliyorsunuz. Ama çok sık gelmediğiniz için hatırlamıyor olabilirim, kusura bakmayın lütfen."

"Hayır buraya uzun zamandır gelmemiştim. Adını buradan biliyorum..." Cebinden çıkarttığı yaka kartımı görünce planlarım yine suya düşmüştü. "Kaçarken bunu düşürmüşsün. Madem hatırlamıyor numarası yapacaktın daha dikkatli olman gerekmez miydi?"

Kartı elinden çekip aldım. "Ben de bunu arıyordum, yolda falan mı buldunuz? Getirdiğiniz için teşekkür ederim."

"Gerçekten mi? Hâlâ inkâr mı edeceksin?"

"Bakın, neden bahsettiğinizi bilmiyorum ama kartımı getirdiğiniz için teşekkür ederim. Şimdi işime devam etmek zorundayım. Siz de kitaplara bakacaksanız buyurun lütfen, aksi halde gitmenizi rica edeceğim çünkü rahatsız edici olmaya başladı."

Tam arkamı dönüp gidecekken söylediği şeyle afallamama sebep olmuştu. "Dün gece hayatımı kurtardın."

Neden bahsettiğini anlamıyordum. Asıl o benim hayatımı kurtarmıştı. Yani, sanırım öyleydi. "Ben bir şey yapmadım. Asıl sen..." diye kelimeler ağzımdan döküldüğü an kırdığım potu fark edip hemen sustum fakat artık çok geçti. Bir şeyler gizleme konusundaki başarım gerçekten takdire şayandı! "Aha! Yakalandın! Hatırlıyorsun işte!"

Evet, inkâr planlarım iyice suyun dibine battığına göre pes etme vaktim gelmişti. "Bak, sana zarar vermeyeceğim. Benim hayatımı kurtardın. Sadece bunu nasıl yaptığını anlamaya çalışıyorum. Sanırım..." Kaşlarım istemsizce çatıldı, anlamaya çalışan bir ifadeyle ona bakıyordum. "Sanırım sen de bizden birisin. Özel birisin."

Cümlesine karşın ufak bir kahkaha attım. Galiba benimle dalga geçiyordu. "Benimle dalga mı geçiyorsun? Dün akşam gördüklerimin gerçek olduğundan bile şüpheliyim ama öyle olsa bile, ben nasıl sizden birisi olabilirim? Orada sen gelmeseydin ölüyordum."

"Gördüklerin gerçekti ve sen benim hayatımı kurtardın. O pislik beni öldürmek üzereydi ve sen onu etkisiz hale getirdin." Yüzüme alaylı bir gülüş yerleşti istemsizce, şimdi de benimle kafa buluyordu. "Öldüreceksen direkt yap, ne diye kafa buluyorsun?"

"Seni öldüreceğim falan yok!" Sesi biraz yükselince ben de ciddileştim. Neyse ki içerde başka kimse yoktu, Çınar amca da büyük ihtimalle uyukluyordu. Gözlerini kapatıp sakinleşmeye çalışır gibi derin bir nefes verdikten sonra tekrar açtı. "Seni öldürmeyi düşünmüyorum, zararsız birisini öldürmem."

Söylediği samimi gelmişti. Biraz da olsa rahatladım ama gardımı henüz indiremezdim. "Ne istiyorsun öyleyse? Hafızamı falan sileceksen durma hemen yap çünkü ben delirmek üzereyim."

"Hayır bunu yapamam çünkü sen de bizden birisin." İşte yine başlıyorduk. "İlk başta ben de sen olduğuna inanamadım, yardıma geldiler sandım ama etrafta kimse yoktu. O rüzgâr kesinlikle senin önünden doğru geldi ve o pisliği uçurdu. Ben de bu sayede kurtuldum."

"Bence sen kafanı vurduğun için ne gördüğünü tam olarak hatırlayamıyorsun." dedim ve arkamı dönerek kitapları ayırmaya devam ettim. Bu konu canımı sıkıyor, içimdeki huzursuzluğun artmasına sebep oluyordu. Sadece çıkıp gidemez miydi?

"Sol kolunda bir doğum lekesi var, değil mi?" Şaşkınlıkla ona döndüm. Bunu nasıl bilebilirdi? Dün görmüş olamazdı çünkü üzerimde kalın bir kaban vardı.

Ben düşüncelerle boğuşurken kendi kolunu açtı ve şaşkınlığım iki katına çıktı. Çünkü onun da benimle aynı yerde, bileğinden biraz yukarda damarının üzerinde bir doğum lekesi vardı ve benimkine oldukça benziyordu. Şaşkınlığımdan faydalanarak bileğimden tuttu ve kazağımın kolunu yukarı sıyırdı. İkimizin kollarını yan yana tuttuğunda bunun benzerlik değil, en ufak detayına kadar aynı olduğunu fark ettim. Bulunduğu nokta, boyutu, şekli, rengi... Her şeyiyle tıpatıp aynıydı. "Bu...Nasıl mümkün olabilir?"

"Bak biliyorum, her şey sana çok tuhaf belki de korkutucu geliyor ama bana güvenmen lazım. Sana anlatmama izin ver..." İçeri giren öğrencilerle sözü yarıda kesildi. Bense şaşkınlıktan hâlâ kollarımıza bakıyordum.

Ceketinin kolunu indirirken konuşmaya devam etti. "İş çıkışına geleceğim, lütfen konuşalım. İstersen burada konuşuruz ya da isteğin başka bir yerde. Çünkü eğer düşündüğüm şey doğruysa, dün gördüğün varlıklardan korunman ve sevdiklerini koruman için bizim yardımımıza ihtiyacın olacak."

"Sizin mi?"

"Evet bizim; benim ve diğer Koruyucuların."

KORUYUCU: SON MELEZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin