Bölüm 24: Kalabalık Yalnızlık

499 25 0
                                    

''Kendini kalabalığın ortasında tek başına hisseden kişinin yalnızlığı gibisi yoktur.'' demiş Woolf.  Her zaman etrafımda insanlar olmuştu; ailem, arkadaşlarım... Fakat ben hiçbir zaman o yalnızlık duygusundan kurtulamamıştım. Sürekli bir arayış içerisindeydim ama tam olarak neyi bulmak istediğimi de bilmiyordum. Sürekli okudum, araştırma yaptım, izledim, gezdim ama yine de bulamadım içimi kemiren bu şeyin ne olduğunu. Bu kasabaya geldiğimden beri, yavaş yavaş o boşlukların dolmaya başladığını hissetmiştim. Fakat bu defa da korkulardan oluşan kara bulutlar yayılmaya başladı içimde. Kalbime çöken o karanlığın adı; kaybetme korkusuydu.

Bu kasabaya gelmenin bedeli, ailem bildiğim insanları kaybetmek olmuştu. Gücümü öğrenecek yaşa gelmemi sağlayansa, gerçek ailemin yaptığı fedakarlıktı. Şu anda yanımda olan, gerçek beni anlayan insanlar ve ailemden kalan tek kişi; kardeşim, onların da bir bedeli olacak diye korkuyordum. Bir de Barış vardı. Hem bu tanımların dışındaydı hem de hepsini kapsıyordu. Hangi ara benim için bu kadar özel olmuştu bilmiyordum ama o karanlık bulutların en yoğun kısımlarından birisi de oydu. Kendimi aşarak ona bu kadar kısa sürede kalbimi açmıştım. Aslında o kalbimin içini gördü desek daha doğru olurdu. Gözlerimin içine baktığında düşüncelerimi savunmasız hissediyordum. Psikometri yapan bendim ama zihnimin içerisindeki en derin düşünceleri görebilen oydu. Aramızdaki mesafeler azaldıkça, korkularımın daha da artmasının sebebi buydu belki de...

Göz gözü göremeyecek derecede sisle kaplı bu ormanda onu aramamın sebebi de bu olabilirdi. Etrafıma bakıyordum ama kimseyi göremiyordum. Üzerimde uzun beyaz bir elbise, karanlık sis bulutlarının içerisine doğru korkmadan koşmaya başladım. Belki en karanlık yerine ulaşırsam onu bulabilirdim. 

Ancak öyle olmadı, hâlâ yalnızdım. Sonunda dinlenmek için durduğumda zarif bir kadın sesi duydum. "Alin!" 

Sesin geldiği yöne döndüğümde, endişeyle bana bakan Cansu annemi gördüm. Bu sefer ona doğru koşmaya başladım. Fakat ne kadar koşarsam koşayım yaklaşamıyordum. "Alin" dedi tekrar. "Yanıma gel." 

Koşmaya devam ediyor ama bir türlü ona ulaşamıyordum. "Hatırlamak için gel kızım."

Bana doğru elini uzattığında bu sefer yaklaşıyor gibiydim. Tam elini tutacakken bir anda kendimi yolda buldum. Sağımda duyduğum fren sesiyle kenara doğru çekilirken, bakışlarım hakimiyetini kaybetmiş gibi sağa sola manevra yaparak az ilerimde duran arabayı takip etti.

"İyi misiniz?" 

Arkamda duyduğum sesle yerimde sıçrayarak oraya döndüm. Üzerinde üniforma olan bir polis memuru, şefkatli bir gülümsemeyle bana bakıyordu. Bir anda karnına bir şey saplandı. Korkuyla geri çekildim. Fakat ben geri geri giderken o hâlâ gülümsüyordu. Sonra birden silinip yok oldu. Ardından o tanıdık çirkin yüz ile karşılaştım. İçimde büyümeye başlayan nefret duygusuyla o yaratığa doğru koşmaya başladığımda, o da bana doğru koşuyordu. Tam elimi kaldırmış saldıracaktım ki omzumda hissettiğim el, korkuyla sıçramama sebep oldu. 

Etrafıma baktığımda çalışma odasındaki koltukta olduğumu anlamak birkaç saniyemi almıştı. Omzumdaki elin sahibine döndüğümde, endişeyle bakan yeşil gözlerle karşılaştım. "İyi misin?" dedi Barış. Yüzü kadar sesi de endişeli geliyordu. 

"Sanırım."

"Önce sayıkladın, sonra bağırmaya başlayınca endişelendim. Dur sana su getireyim." O mutfağa doğru giderken, üzerimdeki battaniyeyi çekerek doğruldum. Ellerimi başımın arasına alarak gözlerimi kapattım ve nefes alışlarımı düzenlemeye çalıştım. Biraz daha sakinleşince gözlerimi açıp bir süre boşluğu izledim. Başımı yana doğru çevirdiğimde gözüme çarpan defter, neden burada uyandığımı hatırlattı. 

KORUYUCU: SON MELEZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin