Kontrol etmeden atıyorum, affınız ola.
Tekin Alaca
'Sen bir hiçsin,' sözcüğü hayatımda adımdan sonra duyduğum en büyük sözdü; bunu günün herhangi bir yerinde, en sevdiğim kişiler bile söylese umursamam çünkü Kanat komutan bunun için çok savaştı, gerek üstüme gelerek gerekirse de karşımda bir abi olarak yendirmeye çalıştı. Yirmi dört yaşımdayım, uzman gizli bir subayım, diri diri gömülmek de dahil her türlü zorluğu yendim ama bu yemek sofralarını aşamıyorum. Hayır, her yemek sofrası değil! Balın olduğu sofralara. Bal...
Boğazım yandığında tekrar boğazımı temizledim ve ağzımdan derin bir nefes çektim içime. Resul komutanın üzgün gözleri yine beni bulduğunda tebessüm ettim. Şu anda telefonla konuşmuyor olsaydı yine iyi olduğumu söylerdim ama hâlâ telefonda Hakan abiyle konuşuyor. Abimi hastaneye yatırmışlar, kanaması durmamış. Kanser adamı o kadar zorlamamalıydım.
"Tamam Hakan'ım. Sen de çok oyalanma, gel. Siktir et, ölsün piç kurusu..." Son cümlesini bana arkasını dönüp fısıldadığında ağzım açıldı.
"Komutanım! Duyuyorum ama."
"Sen sus, büyükler konuşuyor," derken elini arkaya atıp sus yapmıştı. Oflayarak yastığı kucağıma aldım ve bağdaş kurdum.
Sonunda kapattıklarında omuzlarımı düşürdüm ve bana dönmesini bekledim. Telefonunu eşyalarımın olduğu yere attı ve bana döndü, kızacakken susup derin bir nefes aldı. Bana azar atacağına emin olduğumdan duruşumu aldım. Bir süre etrafa bakıp yutkundu ve yine bana döndü.
"Abi kardeş aynı boksunuz," derken gözleri doldu. Tek eliyle şakaklarını tutup gözlerini perdelemiş oldu ve o halde odanın içinde bir iki tur attı. "Neden Tekin? Neden lan?"
Ne neden? Anlamayarak ona baksam da baktığımı bile göremiyordu. Elini çekip sigara paketimi aldı, hemen bir dal tutuşturdu. Eşi için sigarayı bıraktı, içmiyor diye bilmeme rağmen şu anda karşımda sigarasından tam bir nefes çekti.
"Yani sizi seven insanları görmezden gelmeyi neden seviyorsunuz?" Sorarken yüzüme baktı. "Cevap ver çocuk bana," sesi yalvarır gibi çıktığından benim de gözlerim doldu.
"Komutanım, ben..." Verecek cevap bulamadığımdan sustum. Aslında olay öyle değil ama neden kızmak yerine böyle sakin ve üzgün konuşuyor?
"Oğlum, yüreğimin tatlı sızısı..." Gözümden yaş düşmesiyle sustu ve yüzünü sıvazladı. "Niye ağlıyorsun ya? Niye? Tekin! Tekin, sana it gibi değer veriyorum. Oğlum olsan bırak seni asker yapmayı, ulan okula gitmene bile izin vermezdim. Şu cam gözlerin var ya!.. Siktir!"
Bağırarak sigarasını fırlattı ve gömleğinin ilk üç düğmesini koparırcasına açtı. Derin nefesler alırken odanın camını aralamıştı.
"Sana ne kadar değer verdiğimizi inatla görmek istemiyorsun! Neden lan, neden?" Arada bir yükselen sesini bastırıyor, basıtırırken anlık durup nefesler alıyordu. "Tekin, abin seni görmemek için inat ederken sen de bize aynısını yapıyorsun kurban olduğum. Sen... Manyak mısın lan? Sana bağırdıysa çak yumruğu sustur, bunu da mı ben söyleyeceğim?"
Yüreğimin tatlı sızısı, oğlum, kurban olduğum... Bağırırken bunları söyleyebilmesi çok ilginç. Neden, nasıl kendini kaybetmiyor? Babamın o nefretine karşılık böyle bir sevgi. Hep biliyordum zaten. Sorunun benim ailemde olduğunu bilsem de böyle direkt görmek koymuyor değil.
"Özür dilerim. Ben sadece... Bana kızdığınızı, Kutlu'ya abi dememi istemediğinizi biliyorum ama..." Susup etrafa bakındım, söyleyeceklerimin ağırlığı zor geldiğinden kaçacak bir delik ya da bana yardım edecek bir şeyler aradım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kaçık Asker
ActionTekin Alaca, ailesinin bakıcısı olmak için doğmuş ve ailesine mahkum bir çocuktu. Ailesinden habersiz girdiği Milli Savunma Üniversitesi sınavında tam puan yapar ve kapısına Harp okulları komutanı Resul Ereğli gelerek Tekin'i alıp onu devletin gizli...