03.20-

330 58 125
                                    

TEKİN ALACA

Kanat komutanın eğitimlerin birinde günlerce aç ve susuz bırakılmıştık, öyle ki eğer kendi sidiğimizi içmeseydik susuzluktan bayılacak, en kötüsü ölecektik. Eğitimlere başlamadan önce bir imzamız dahi vardı; eğitimlerde olabilecek tüm maddeleri kabul ediyorum, ölüm bile olsa. Yani ölseydik de bir şey olmayacaktı, öldüğümüzle kalacaktık. Bir ormanda, dağda veya şehirde de değildik, spor salonundaydık. Ormanda olsaydık taştan bile su çıkarmayı bilirdik, ama biz her tarafı betonlarla kapalı yerdeydik.

Ardından orman, dağ eğitimlerimiz başlamıştı. O spor salonunda devden hallice, bir canavar olarak tekrar doğana dek tüm eğitimleri bitirmiş ve doğaya salınmıştık, sırada doğada hayatta kalmak vardı. Turgut o zamanlar bizden ayrılmış, başka bir yerde eğitim görüyordu. Ben, Çağrı ve Oğuzhan'la ayrı noktalarda dağda hayatta kalmanın yolunu ararken üzerimizde baksırdan başka bir şey yoktu. Yalnız başına dağda kalma eğitimi sekiz ay sürmüştü, ilk dört ay yapayalnız, kalan dört aysa beraber geçirmiştik.

Bataklığın içinde üzerimize sopalar indiren Kanat komutan, çamurun tadına dahi baktırmış ve karnımızı çamurla doyurtmuştu. Gölün dibinde, ciğerlerimizde hava kalmayana dek bekletmiş, hatta Oğuzhan'ın neredeyse boğulmasına neden olacaktı. Boğularak ölmesine...

Dört yıllık eğitimin her günü acı, dehşet ve terle geçmişti. Şimdi dönüp baktığımda kendimi kurşun geçirmez biri gibi hissediyorum. Onlarca insandan dayak yedim, üzerime kaynar sular döküldü, boğuldum, yandım, kırıldım, yalnız kaldım, aç bırakıldım ve daha nicesi. Yine de bilinçaltım Kuzey Irak'ı kaldıramadı, o savaş alanını aşamadı. Aşamadığım yerin çocuk cesetleri olduğunu düşünüyorum... her yerde olan çocuk iskeletleri artık rüyalarıma da giriyordu. Oradan çıktıktan tam bir ay sonra kendime gelebilmiştim.

Görevde yirminci günümüz, yemeklerimiz biz her ne kadar idareli kullansak da bittiğinden yakınından geçtiğimiz her köyden Onur Şakir kılık değiştirerek alışveriş yapıyordu.

"Anasını..." Dila kendini yere atıp derin bir nefes aldı. Küfrederek yüzünü buruştururken nefesi hâlâ kesik çıkıyordu.

Kaç kilometre yürüdük, bilmiyoruz. Yirmi gündür durmadan yürüyoruz. Yirmi gün, beş kişi toplamda otuz iki terörist avladık. Bazıları kafilesinden ayrılmış, bazıları küçük gruplar, bazılarıysa büyüktü.

"Yaran nasıl Olcay?" Atahan sorarken çantasını tam da Olcay'ın yanında indirmişti.

"Öldürmez de süründürmez de komutanım, rahat olun." Olcay'ın cevabına istemsizce güldüm. Bu eleman harbi sağlam, kayadan yapılmış gibi. Girdiğimiz bir çatışmada mermi, kolunu fena halde sıyırdı ama o an bile şikayet etmemişti.

"Tekin komutanım." Seslenen Onur Şakir'e baktım, çantasına yaslanarak uzanmış. Onun da hali arkadaşlarımız gibi; yorgun, tükenmiş. "Siz nasıl yorulmazsınız ya? Seyfullah komutanımız da aynıydı... siktir. Bir daha asla yürümek istemiyorum."

Botlarını ve çoraplarını da çıkardı. Haklılar; ayaklarımız şişti, artık tırnaklarımız ve topuklarımız kanıyor. Dışarıda uyumaktan yatağı özledik ki doğalgaz veya sobaya sığınmak istiyorum.

"Eğitim. Eğitim. Eğitim." Üçlediğimde hepsi başını salladı ve bir kere tekrar ettiler.

Ben de çantamı çıkarıp bir kenara oturdum ve son sigaramı yaktım. Alışverişte sigara da alıyorlar ama ben çok istemiyor, tek paketle haftalarca idare etmeye çalışıyordum. Neredeyse üç haftadır yollardayız ama Dila... Kadınların her ay regli olduklarını, hatta bu yüzden askeri özel harekata katılamadıklarını biliyorum. Tuvalet yok, bazen peçete bile olmuyor.

Kaçık AskerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin