2.16-

696 76 110
                                    

Hayırlı bayramlar!🍬
15.06.24
Tekin Alaca

Komandoluğun temelinde yürümek vardır, her gün koşarız ki yürümekten sıkılmayalım, isyan etmeyelim. Postalların içinde ayaklarımız şişse de sularımızı bitirip herhangi bir akan sudan mataralarımızı doldursak da geceyi dağda geçirsek de yürümek zorundayız. Niye? Çünkü burası dağ ve dağa çıkanlar insan değil, bizim onları yakalamamız için sessizce avımıza yaklaşmalıyız.

Ama yok! Gece oldu, hâlâ yürümeye devam ediyoruz. Bir de mayın katırı gibi binbaşı beni öne sürdü, iki saniye dursam anında ittirip kızıyor. Hain adam, ne olacak?

Normalde şikayet etmez, hatta yürüdüğümü bile fark etmezdim çünkü bir komando olarak göreve geldim. Ama dün yediğim dayağın acıları baş göstermeye başladı. Vurduğu her yer artık iğne değil, bıçak batar gibi sızlıyor. İstemsizce durduğumda ilk defa binbaşı da durdu.

"Komutanım durmamız gerek," diyen Fazıl komutanın sesini işittim. "Hem dinlenmeli hem de yarını beklemeliyiz. Ay ışığının altında biliyorsunuz ki buralar çok da görülmez. Mazallah görüş mesafemiz giderse..."

Fazıl komutan sussa da ne demek istediği açık. Dik kayalıklar, bazen kayalar yuvarlanıyor. Aynı zamanda çukurlar da var. Belki teröristler mayın dizdi?.. Durmak zorundayız.

"Konaklayacak yer bulup öyle duralım. Yürü lan yetim!" Çantamdan tutup kaldırdığında kalktım, çantamı direkt bırakmasıyla ağır çanta sırtıma vurdu. İstemsizce inledim. En çok sırtım acıyor.

Konaklayacak yerimizi bulmamız on dakikamızı aldı. Çanta zaten kırk kilo, dün yediğim darbelerin her birine yüz kilo ekleniyormuş gibi. Uyku tulumumu yere serecekken kendim de yere serildim. Herkes bana döndüğünde salak salak güldüm. Kanat komutanımı özledim ben.

Uyku tulumumu matın üzerine koyduktan sonra ben de içine girdim. Ağrıdan titremeye başlayan vücudum yüzünden dişlerimi de bedenimi de sıkıyordum.

"Alaca bir şeyler ye uyumadan." Eser komutanın sesi gelse de uyku her yerimi sarıyordu.

"Komutanım sadece beş dakika..." Ağzımın içinde mırıldanır gibi çıkan sesimle yutkundum. Boku yemişim ben, daha kötü olamam.

Ayaklanıp çantamdan konserveyi ve katlanır çatalımı çıkardım. İçindekini yerken gözlerim yerdeydi. Aslında ben de rasyonları hazırlayabilirim ama şu anda çok üşeniyorum. Yanıma binbaşı oturduğunda öfkeyle koluna yumruk attım.

"Rahat bırak lan artık beni. Görmüyor musun, ebem sikilmiş!"

"Alaca!" Sessizce kükrediğinde gözlerine baktım. "Al şunu zıkkımlan," diye elime sıcak yemek tutuşturdu. Kendi rasyonundan pilav ve türlü yemeğini açmış, bana veriyor.

"Seni affetmeyeceğim, boşuna uğraşma." Kendi konservemi ona verip rasyonu aldım ve içine çatalımı soktum. Sıcacık yemeği ağzıma atmamla her bir ağrım geçti. "Kendim için affetmiş olabilirim, ama çavuşuma yaptıklarının hesabını hâlâ sorabilirim."

"Kaçık mısın sen amına koduğum? Hâlâ benimle böyle nasıl konuşabilirsin?"

"Ağzına bile sıçarım," dediğim an baldırıma öyle bir yumruk çaktı ki sanki bıçak sokmuş gibi hissettim. Yine de çok tepki göstermeden yemeğimi yemeye devam ettim. Kanat komutanım, canım abim daha beter sıçardı bacağımıza.

"O bir kere olurdu Kaçık. Sus da zıkkımlan." Benim konservemi yemeye devam ediyordu. Yemeklerimizi yemeye devam ederken ilerideki üçlüye baktım, çakmak çakmak parlayan gözleriyle buraya bakıyorlar, gözlerini bir saniye bile ayırmıyorlar. "Tugay komutanı senden şikayetçi olmama izin vermediği gibi ben hiçbir şey görmedim de dedi. Nasıl bir rüşvet vermiştin ona?"

Kaçık AskerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin