1.11-

808 82 128
                                    

03.05.24
Tekin Alaca

Sabaha kadar üçümüz de zor uyumuştuk, hatta tüm olaylara ilgisizliğiyle bilinen Turgut bile bir ara saate ve hemen ardından kapıya bakmıştı. Çok şükür sabah oldu. Dağılmış odayı toplamak zaten saatler sürmüştü ama bir sn sabah hiç bitmeyecek sandım.

"Ozi iyi midir lan?"

"Komutanın caniliğini biliyorsun, Çağrı. Ağzına sıçacaktır." Konuşurken yatağımdan atladım ve ranzamın demirine astığım havlumu aldım. "Dua edin de bize atlamasın."

"Nasıl bize atlamasın lan?" Çağrı sorarken sinirlendiğinden odadan çıkmaktan vazgeçip ona baktım. "O nasıl söz? Bize atlamasın ne demek? Kardeşimiz o bizim, tim arkadaşımız."

"Eğitim timi arkadaşımız, hoş hep birlikte tehlikeli görevlere çıkmıyoruz! Dolabında haplar vardı, Çağrı. Yatağından çakı çıktı. Bunların ne büyük suçlar olduğunu biliyor musun?" Sorumdan sonra Çağrı bir süre yüzüme bakıp başını eğdi. "Bak Ozi badimdir, ama sen de ben de ve hatta Turgut bile bir yerde onu korumaya çalışıyoruz ama istemiyor. İstemeyen bir insanı burada daha fazla tutamayız. Hepimiz geçmişimizden kaçmaya çalışıyoruz, burada güzel hayat yaşayan var mı? Neden biz de tehlikeli işler yapmıyoruz?"

"Bu da öyle bir karakter lan..." Sessizce konuşan Çağrı'nın yanına gidip omzunu sıktım.

"Takma kafana. Bak bitmeyeceğini sandığımız gece bitti, şimdi olacak ne olacaksa." Başını kaldırıp bana baktığında tebessüm ettim. "Kanat komutan..."

"Siz uyuyor musunuz lan?" Bağırarak odaya giren komutan dolaba bir kere vurdu. "Kalkın! Çabuk çabuk! İki dakika içinde tam teçhizat salonda olacaksınız! Hadi!"

Koşarak odadan çıkıp banyoya girdim, hızlıca elimi yüzümü yıkayıp bir yandan da dişlerimi fırçalarken Turgut ve Çağrı da gelmişlerdi. Banyoda işi biten ilk ben oldum, havlumu yatağımın üzerine atıp postalları ayağıma geçirdim. Seke seke koridorda salona giderken bir ayağımı kaldırmış bağcığını bağlıyordum. O bittiğinde onu indirip diğerini kaldırdım ve salona da öyle geldim. Kenarda duran yirmi kiloluk, askeri çantaya bakarken sırama geçmiştim.

Benden sonra ilk giren Turgut oldu, ardından Çağrı ve sürpriz yumurta Oğuzhan... Lan! Canım badim!

"Senin burada ne işin var lan? Ceza?" Çağrı sorsa da gitmiş, Oğuzhan'a sıkıca sarılmıştı.

"Bilmiyorum, komutan salona geçeceksin dedi." Ruhsuzca konuşan çocuk sıraya geçip yere baktı.

"Komutan seni buraya gönderdiyse tamamdır beyler, hepimizi sıra dayağına çekecek." Sözüm bittiği an ofladım. "Tekrar dayak yemek istemiyorum."

Sessizlik olduğunda Turgut'un yine sadece birkaç saniyeliğine hırkamı tutup bıraktığını hissettim ama tepki vermedim. Birkaç dakikanın ardından Çağrı dikkat diye bağırdı, içeri komutan girdi.

"Çantaları sırtınıza alın," demesiyle gidip çantaları taktık, onun göstermesiyle zırhları, silahları da aldık ve sıramıza geri döndük. Dakikalarca -belki de saat olmuştur- hiç konuşmadı. "Antrenmandan önce sizinle biraz sohbet edeceğim, daha tam anlamıyla tanışamadık zaten. Ben Cemil Kanat, uzman komandoyum. Sizlerse cahil, hiçbir sik bilmeyen bebeler. Yüzbaşı, binbaşı, başçavuş ya da diğer rütbelerden değilim, hiç de olmadım. Ama neden burada çocuk eğitiyorum biliyor musunuz?"

Sustu, bir süre hepimize baktı. Ağır ağır konuşuyor, çok duraklıyor, bazen öylece susuyordu. Çantalar sırtımızda her dakika bir kilo daha ağırlaşıyor gibi...

"Çünkü bulunduğum karakolda eğittiğim askerler önce teğmenin, sonra tugay komutanının, binbaşının ve en sonunda kara harp okulları komutanın dikkatini çekti. Bana dediler ki sen asker yetiştirmiyorsun, canavar yaratıyorsun; eline kim gelirse gelsin, adam gibi adam olur. Bazı askerler yetiştireceksin, dediler. Reddettim, istifa etmek istedim çünkü uzman olmayı seviyordum. Dağlarda teröristlerle burun buruna çatışmak en büyük hazzımdı. Elimden alındı. Siz şimdi sanıyorsunuz ki en büyük dert sizin, sizden adam olmaz falan. Elimden geçen eski öğrencilerim de öyle diyordu, karakoldakiler de ve gelecek olanlar da bu cümleleri kuracaklar."

Dolanmayı kesip hepimize yine baktı ve bu sefer çok daha uzun süre sustu. Çantanın her bir santimi derimi kesecek kadar ağırlaşmış hissediyordum. Bu çanta hep bu kadar ağır mı? Alnımdan, sırtımdan akan terleri hissetmek midemi bulandırıyor.

"Öyle olmuyor," dediğinde ona odaklanmaya çalıştım. "Sizin düşündüğünüz gibi olmuyor. Ne yaşarsanız yaşayın, güçlenmeyi yüreğinizle istediğinizde isterseniz sakat olun yine de güçlü oluyorsunuz, adım atmayı başarabiliyorsunuz. Tabii bu sadece sizin isteğinizle olmuyor, takıldığınız ve pes ettiğiniz yerlerde tim arkadaşlarınız, gerekirse bazen öfkeyle bazen sevgiyle destek oluyoruz."

Az kaldı diz çökeceğim. Kaç kilo lan bu siktiğim? Nefesim kıçımdan çıkacak az kaldı.

"Demem o ki beyler, bir bok yediğinizde hep beraber yiyorsunuz iyisiyle kötüsüyle. Şu andaki yükünüz toplamda 70 kilo ağırlığında. Şimdi o çantalarla antrenmanınızı tamamlayacaksınız. Hadi bakalım, ilk cezanız hayırlı olsun."

70 kilo?.. lan ben atmış beş kiloyum! Ağzına sıçayım Oğuzhan!

Normalde 2 ya da 3 saatte biten antrenmanımız tam altı saat sürmüştü, tabii durduğumuz yerlerde komutan sopasıyla dürtmeyi eksik etmedi.

Sonunda bittiğinde kendimi yere atıp nefes almaya çalıştım. Oğlum... Oğlum çok zor lan! Nefes alamıyorum! Nefes alamıyorum.

"Hepinizi tebrik ederim." Komutan niye sabahtan beri robot gibi konuşuyor oğlum? Oğuzhan'ın kabusunda falan mıyım? Korkuyorum...

"Şimdi... Arkadaşlara hoş geldin diyin." Kapıyı açtığında on iki kişi içeri girdi. Girenlerin yüzlerinde kar maskesi, üzerlerinde de sivil kıyafetler vardı. Ellerindeki çeşitli sopaları diğer ellerine vurarak ses yapıyorlardı.

Siktir... Hayır hayır! Çantamı bırakıp ayağa fırladım, "komutanım! Komutanım yaptıklarımızın sonsuz özürler diliyorum!"

Biri sırtıma demirle vurduğunda dizlerimin üzerine çöktüm. Hepsinden acılı haykırışlar koparken Turgut'un ağladığını duyuyor ama bana inen sopalardan kurtulamıyordum. Her birimize üç adam düşüyor, üçünde de bambaşka sopalar var...

Bacaklarıma inen sopalarla haykırdım. Koluma inen kırbaç, sırtıma inen demir... utanmadan ağlamaya başladığımda sıra Oğuzhan'ın ve Çağrı'nın ettiği küfürlere tutunmaya çalışıyordum.

Sonunda durduklarında yerde ölü gibi yatıyordum, kafamı korumaya çalışan kollarım bile iki yanıma düşmüştü. Baktığım yerde de sadece ayaklar görünüyor, kardeşlerimi de göremiyorum.

"Siz çıkabilirsiniz." Komutanın sesi uzaktan geldiğinde önümdeki ayaklar çekildi, kapı açılıp kapandı ama sesler hem uzaktan hem de denizin altındaymışım gibi geliyordu.

"Ayağa kalkın," diyen komutan dolanıyordu. "Ayağa kalkın lan!"

Beynim tamamen benden bağımsız komutanın dediğine uydu. Ağrıdan geberen bacaklarımla ayağa kalktığımda diğerlerini gördüm; öfkeden kuduran Oğuzhan, sinirini saklamaya çalışan Çağrı ve şoka girmiş gibi bembeyaz kesilmiş Turgut. Komutanı umursamadan Turgut'un yanına gidip kolumu beline sararak yerden kaldırdım, ikimizi de komutana döndürdüm.

"Akıllı olmayı öğreneceksiniz. Benim komutan olduğumu ve nasıl konuşmanız gerektiğinizi bileceksiniz. Bu son cezanız değil, biraz dinlenin. Ardından tekrar beraber olacağız." Ruhsuzca konuşup kapıya dönse de çabuk durup bize baktı. "Anlaşıldı mı asker?"

"Emredersiniz komutanım!"

"Güzel." Salondan çıkıp kapıyı üzerimize kapattı.

Kaçık AskerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin