ellibir

2K 317 99
                                    

   Yeni dönemin başlamasına 1 ay kalmışken Sinem artık kendi başına koltuk değnekleriyle yürüyebiliyordu. Sağ kolu hala sargıda olsa da sol kolunu istediği gibi kullanabiliyor ve boynunu da eskisine yakın hareket ettirmekte zorlanmıyordu. Tam iyileşmiş sayılmazdı ancak iyileşme noktasına yakındı.

  Tabii bunda önce Bilge'nin sonra da Barış'ın sonsuz emeği ve sabrı vardı. Gözünu açar açmaz annesini görüp kavga ettikten ve onları kovduktan sonra böyle tüm kemikleri kırık bir halde ne halt edeceğini uzun uzun düşünmüştü. Hastanede ne kadar kalabilirdi, isteseydi acaba onu geç taburcu ederler miydi? Nereye giderdi? Bunu düşünmüştü. Aklında birden fazla ihtimal belirmişti ancak bunların hiçbirinde Barış, Sinem için fizyoterapist ve yardımcı tutup iyileşmesine yardımcı olmamıştı. Şimdi düşününce... Ne çok yük olmuştu ona da.

"Çok güzel kurufasulye yaptım." Yardımcıları Hasefe Abla, 40'lı yaşlarının sonunda anaç ve güleryüzlü bir kadındı. Hem Bilge'ye hem Sinem'e hem de Barış'a gösterdiği ilgi alaka, üçüne de iyi gelmişti. Hepsini seviyordu kadın. Ama Sinem bir başkaydı.

"Eline sağlık valla Bilge'nin eline kalsak ölmüştük açlıktan. " barış yan gözle sevgilisine bakıp onu kızdırmaktan keyif alırken herkesten önce ayaklandı. Sinem'e kalkmasında yardım etti, yemek masasına geçtiler. "Pilav da varmış... üf..."

"Afiyet olsun bakalım."

  Bilge de Sinem'i neşelendirmek adına yemek masasına oturmadan hemen önce ufak bir tokat attı adamın ensesine. "Açlıktan baygınlık geçirsen yumurta bile kırmam bundan sonra sana." Yerine oturdu, tabağını önüne çekti. "Görüyorsun dimi nasıl nankör Hasefe Abla!"

"Bilge geçen hafta zehirlendim." Kaşığını kıza doğrulttu. "Senin yaptığın çorbadan."

"Ee?" Omuz silkti kız. "Ben dedim sana yapamam yemek diye, ısrar ettin. Az yeseydin."

  Sinem tek kelime etmeden kaşığını daldırdı yemeğe. Hiç iştahı yoktu, pek keyifsiz ve suskundu hastaneden çıktığından beri. Kendi kendine bile konuşmuyor, aldığı antidepresanlar sebebiyle kafasının içindeki sesi bile duymuyordu. Onun bu halleri dikkat çekmeyecek gibi değildi. Bu yüzden tüm ev halkı kötü bir tiyatronun içinde onu neşelendirmeye çalışıyordu.

"Bu akşam Yelda bana gelecek gelsene sen de." Yelda'nın geldiği falan yoktu, Barış sevgilisini özlemiş onunla sevişmek istiyordu. Neyseki onu sadece Bilge anladı. "Sinem ile film izleyeceğiz bugün." Dedi Bilge.

  Sinem'i bir saniye olsun yalnız bırakmaya cesaret edemiyordu. Yardımcıları Hasefe Abla dışında Bilge de bir anda muhafızı oluvermişti. Ve işini çok ciddiye alıyordu. Sinem de fark ediyordu. 2.kattaki evlerinde tüm kapı pencereler daima kilitliydi. Evdeki keskin bıçaklar bir anda ortadan kaybolmuş, yerini neredeyse kör plastik bıçaklara bırakmıştı. Sadece duş aldığı ve uyuduğu anlarda yalnız kalabiliyordu. Onda da geceleri en az 2 kez Hasefe Hanım'ın onu kontrole geldiğini biliyordu. Hastaneye gitmesi gerekiyorsa Barış'ın arabasıyla Bilge onu götürüyor, çok oyalanmadan hemen geri dönüyorlardı. İşte tüm bu tedbirlerin yansımasindan biriydi bu da. Bilge'ye film izlemek istemediğini söylemişti ama nafile, arkadaşı ondan herhangi bir yaşam fonksiyonu almak için çabalıyordu.

"Git sen, rahat ol."

"Olmaz," Hasefe Hanım bugün izinliydi, kardeşinin evine gidecekti. Yani Sinem evde tekti. Bilge'yi korkutan da buydu.

"Kendimi atmayacağım Bilge. Git sen."

"Onu düşünmediğimi biliyorsun."

Barış boğazını temizledi, Sinem'in gözlerinin içine baktı. "Atlamak lafını duymayacağım bir daha." Bir abi, baba edasıyla yaklaşıyordu Sinem'e. Ve hem Bilge'den daha dürüst olduğundan hem de kızın söylemeye çekindiği her şeyi Sinem'e pat diye söylediğinden varlığı Sinem'i rahatlatıyordu. Barış gerçekten çok iyi bir arkadaştı.

"İlaçlarımı alıp uyuyacağım. Hem biraz sessizliğe de ihtiyacım var."

Bilge ısrar etmek istedi, kızın yanında kalmak ve ona göz kulak olmak dışında hiçbir şey düşünemiyordu. Bu yüzden tekrar itiraz etmek için ağzını açsa da Barış onu bir bakışıyla susturdu. Gözlerini kocaman yapmış, Bilge'ye "yeter" dercesine bakıyordu. Evet, Sinem hassas bir iyileşme süreci geçiriyordu, iyi değildi. Ama kızın üstüne gidip onu daha fazla sıkboğaz etmek de bir işe yaramayacaktı.

"Çıkarız biraz sonra o zaman." Dedi Barış. "Ararım ama saat başı haberin olsun."

"Tamam."

  Yemeklerini yediler, Bilge ve Barış evden küçük bir çantayla çıktı. Yarın da gelmeyeceklerini ümit etti Sinem. Onlardan yarım saat sonra da Hasefe Hanım'ın kızın yanaklarını öptü, sessiz bir telkinde bulundu.

Nihayet evde tek kaldığında uzun zaman sonra sessizliği bulmak ona kafasındaki sesi tekrar duyabilmek adına bir ümit verdi. İlaçlar Sinem'i mahvediyordu. Sürekli yorgun, halsiz, bitkindi. Ağri kesiciler bir yana antidepresanlar bir yana, kolunu kaldıracak gücü kalmamıştı. Zaten her yeri de hala sargıda sayılırdı. Yavaş adımlarla koltuğa geçti. Kafasını kolçağa yaslayıp düşünmeye başladı.

  Ailesi neden böyleydi. Sadece bir kez hastaneden çıktığında babasi arayıp sormuştu nasıl olduğunu. Annesinden tek bir ses yoktu. Sinem'i merak ettiğine, özlediğine ve hatta doğurduğuna dair tek bir işaret. Kendini aşağı atmadan önce ailesiyle ilgili düşündüğü tüm olumsuz şeyler birden daha da büyümüş, nefes almasını daha da zorlaştıran bir hale bürünmüştü. Nasıl olabilirdi ki? Bir aile, evladını bu kadar yaralayıp umursamazdı? Geçmişte yaşadıklarıysa travmaları, Sinem'in ablasınım vefatıysa geride kalan çocuklarına daha sıkı sarılmaları gerekmez miydi? Akılları çıkmalıydı, Sinem'e sarılmalı, kızı teselli etmeli bir an olsun yanından ayrılmamalılardı. Tıpkı Bilge ve Barış'ın yaptığı gibi.

  Bu sessizlik, uzun zaman sonra düşünebilmek ona iyi gelmedi, hem de hiç iyi gelmedi. Arkadaşlarını yolladığına pişman oldu, kumandaya uzanıp televizyonu açtı.

  Berkan, kız hastaneden çıktığından beri, neredeyse 1 haftadır apartmanın karşısındaki parkta, arabası tam da girişi görecek şekilde düzenli aralıklarla nöbet tutuyordu. Yaz sıcağı onu bunaltırken dahi gözünü kapıya dikmekten başka bir şey yapamıyor, sadece elindeki bandanayı daha sıkı kavrıyordu.

  Sinem hastanede sargılar içindeyken sanki can çekişen kendisiydi. Kerem yakasına yapışıp onu hırpaladığı anda koşarak hastaneye gelmek, Sinem'i görmek istemişti.

  Sinem'e bir söz vermemişti. Yalan söylememiş, hiçbir şeyi de gizlememişti. Yani içinde birazcık mantık kırıntısı kalsa aslında suçlamayacaktı da kendini. Ama öyle değildi, olmuyordu. İkinci yumruğu yoğun bakım odasının önünde Barış'tan yedi. Herhalde ağlayarak araya giren Bilge ve tüm kuvvetiyle adamı tutan Kerem olmasaydı Barış oracıkta alacaktı canını.

"Bir daha görmeyecem lan seni! Yaşamak istiyorsan görmicem seni!"

  Birkaç kez daha görmek istemiş ama hastanenin güvenliğini alarma geçiren Barış yüzünden görememişti. Bir kez... çok değil, bir kez olsun görmek istiyordu kızı. Bandanasını geri vermek ve özür dilemek.

  Bu maksatla 1 haftadır kapıda bekliyordu. Bilge ve Barış çıktıktan yarım saat sonra Hasefe Hanım'ın da çıktığını görünce koşar adım soluğu kızın dairesinin kapısında aldı.

  Çalsa zili, açılsa kapı haftalardır onu kıvrandıran o yüzü görecekti, Sinem'i. Tüm merakı ve özlemi dinecekti. Ama cesareti yoktu.

Sinem mutfaktaki çöp poşetini atmak için kapıyı açmasa daha ne kadar dikilirdi orada bilmiyordu.

  Elinde çöp poşeti, karşısındaki bedene baktı.

false god // barış alper yılmazHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin