"Çok yorgunum..." Bilge ince pikeyi sıcak havaya rağmen boğazına kadar çekerken Barış'a döndü yüzünü. Sevişmelerinin üzerinden 1 saat geçmesine rağmen aptal aptal sırıtıyordu. "Hala gülüyor musun sen?"
"En sonunda ayağın kaydı, az daha düşecektin, ona gülüyorum hala." Koluna bir cimcik attı Bilge.
"Bacağımı omzuna atmaya çalıştın, napim." Barış kızın sırtını fayansa dayayıp daha rahat hareket etmek için bacağını omzuna atmaya çalışınca hem Bilge'nin ayağı kaymış düşme tehlikesi geçirmiş hem de kız acıyls inlemişti.
"Ne ağrıdı o kadar anlamadım."
"Fıtık var bende. Kalkmaz ayağım o kadar, yapma bir daha." Kız belini iyice yasladı yatağa.
"Ağrıyor mu hala?" Diye sordu Barış. Bilge kafa salladı.
"Son zamanlarda mahvediyor beni. Ayakta da duruyorum çok."
Barış elini kızın beline atıp okşadı yavaş yavaş. Bilge tıbbi olarak bunun mümkün olmadığını bilmesine rağmen rahatladı, acısı dinmiş gibi hissetti. "Çalışma desem lafı ağzıma tıkıp azarlayacaksın beni."
"O hataya bir kez düşerim." Dedi Bilge.
"Haklısın... sonuna kadar haklısın da... kıyamıyorum sana."
"Kıyamayacak bir şey yok," Kız onun göğsüne yattı. Dünyadaki en rahat, en güzel yerdi burası. "Seninle tanışmadan önce böyle yaşıyordum ben. Zorlanmıyorum artık."
"Doktora gidelim bari belin için."
"Gittim, doktorluk bir şeyi yok. Dikkat etmem lazım."
"Gel fizyoterapiye gidelim o zaman. Hatta benim fizyoterapistimle konuşalım, haftada 2 gidiyorum ben zaten. Sen de gel benimle." Aslında, olabilirdi. Hatta çok iyi olurdu.
"Yok," diye reddetti adamı. "Sonra yüzüme vurursun falan, aman."
"Kafamı sikim!" Dedi Barış. "Hatta sen sik kafamı ikimiz de rahatlayalım yavrum. Olur mu?"
"Sus Barış, şurada iki gram huzurum var bozma nolur."
Adam onun göğsündeki başının üzerine bir öpücük bıraktı. Nolursa olsun seviyorlardı birbirlerini. Bu öyle bir sevgi ve bağdı ki, Bilge Barış'ı hala affedememesine rağmen onun yanında böyle rahat uzanabiliyordu kollarına. Ve Barış da içindeki tüm şüpheleri gömmüştü toprağın altına. Kızın kolları kendi bedeni etrafına sarıldığı andan itibaren hiçbir şeyin bir önemi kalmıyordu. Onunla konuşmak, dinlemek, hissetmek... Bilge'ye dair her şey adamı rahatlıyor öte yandan da korkutuyordu. Bu Bilge'yi kaybetme korkusuydu. 2 ayda yaşadığı cehennemi düşünüyor, kıza bu kadar bağlı olmanın başına eninde sonunda iş açacağını biliyordu. Buna rağmen tırnak ucu kadar korkmuyordu. Tek amacı, isteği, çabası; Bilge'yi bir daha kaybetmemek üzerineydi.
Ertesi gün kız okula gittikten sonra o da soluğu Bilge'nin karşı dairesinin kapısında aldı. Bu işi bok etmişti, çözmesi gerekiyordu. Kapıp çizgili pijamaları ve meymenetsiz suratıyla Yılmaz Bey açtı. Karşısındaki genç adamı görmek onu afallattı, elini kapı pervazına yaslayıp gözlerini kısarak doğru görüp görmediğinden emin oldu. "Merhaba, Barış Alper ben." Elini kibarca uzattı karşısındaki adama. Galatasaraylı olması için dua ediyordu.
"Topçu muydun sen?" diye sordu adam. Hala emin olamıyordu.
"Evet amca, müsait miydin?"
![](https://img.wattpad.com/cover/378912572-288-k803004.jpg)