Bilge, bir eli alnında yaşadıklarının gerçekliğini sorgularken bir eli de Barış tarafından sımsıkı tutulmuştu. Hastane koridorlarının çok keskin bir kokusu, can sıkıcı bir ışığı vardı. Evlerine ilk yerleştikleri zamanı hatırlıyordu, daha ikinci gün Sinem elinde bir düzine sarı ampulle gelmiş, beyaz ışığın onu boğduğunu söylemişti.
Dua ediyordu, arkadaşının uyanıp bu beyaz ışıktan yakınmasını istiyordu.Şans eseri Barış'ın antrenman programı sebebiyle erken dönmüşlerdi İstanbul'a. Adam onu evine bırakırken her zamanki gibi sırnaşmış ve kendisini eve davet ettirmişti. Sabahın o saatinde Sinem'in evde olmaması zaten garipti, Bilge huzursuz olmuştu. Kıza bakmak için odasına girmiş, boş yatağı gördükten sonra mutfağa yönelmişti. Barış, titreyen eliyle Sinem'in yemek masasının üzerine bıraktığı mektubu tutuyordu.
"O ne?" Diye sormuştu Bilge. Eline alıp mektubu okumaya, anlamaya çabalarken ise Barış çoktan Sinem'i aramış ama içeriden gelen telefon sesiyle iyice paniklemişti.
Herhalde tüm emniyeti ayağa kaldırmış olmalıydı Barış. Çünkü çok kısa bir süre sonra dün Sur'lardan atlayan genç bir kadının hastanede olduğu haberini almışlardı.
Şimdi burada, maalesef içeridekinin Sinem olduğundan emin bir şekilde bekliyorlardı. Kızın ailesine de haber verilmişti. Sabaha burada olurlardı diye tahmin ediyordu Barış. Zaten her şeyi o düşünüyordu, o ilgileniyordu. Bilge'nin yerinden kalkacak bile hali yoktu.
"Kaburgası ve bacakları kırılmış, ayak topuğu un ufak olmuş, sağ el bileğinde de kırıklar var. Rahmini de almak durumunda kaldık." Doktor temkinli yaklaşsa da yine de Bilge'nin kolunu sıvazlayıp ona iyi haber vermişti. "Beyninde ve kafatasında bir hasar gözlemlemedik. İnanın bana çok şanslı, gerisi önemli değil."
Barış'ın onlar için açtırdığı hastane odasında tek kelime etmeden oturuyorlardı.
"Berkan'ı öldürmek istiyorum." Bir anda konuştu Barış. Bilge'den sonra mektubu o da okumuştu ve okuduğundan beri sanki aynı insan değildi. İçindeki öfke öyle büyüktü ki Bilge'nin sakin kalmasına şaşırıyordu.
"Berkan kadar ben de suçluyum." Kısık çıkan sesi suçunu itiraf eden bir sanık gibiydi. Barış onun utandığını, sıkıldığını seziyor ama anlamlandıramıyordu. "Neler yaşatmışım, nasıl hissettirmişim ona? Ve hiç fark etmemişim."
"Yavrum saçmalama. Sadece üst üste gelmiş her şey yoksa sen napacaksın Sinem'e?" Barış, Bilge gibi istese de derin düşünemiyordu. Onun için olay Berkan ve Sinem'in birlikte olup Berkan'ın sonrasında kıza kötü davranmasından ibaretti.
"Benden istediği her şeyi başına kakıp durdum. Ne vardı yani not verseydim? Lafını ettim. Kaç kere tembelsin dedim, bencilsin dedim. Babaannesi vefat ettiğinde onunla cenazeye bile gitmedim sırf tatile denk geliyor, Mersin'e gidecek başka zamanım olmaz diye. Asıl bencil benim." Düşünmekten utandığı fikirlerini ilk defa sesli bir şekilde dillendiriyordu.
"Bilge... kimse arkadaşı nenesinin cenazesine gelmedi diye böyle bir şeye kalkışmaz. Belli ki Sinem zor bir dönemden geçiyormus, yardım alması gerekiyormuş. Sen napabilirdin ki?"
"Anlayabilirdim!" Elini Barış'ın elinden kurtarıp saç köklerine attı. Acımasızca çekiştiriyordu. "Benim canım ne zaman sıkışsa o anlıyordu. Küs bile olsak gelip soruyordu. Onu umursamayan değer vermeyen benim. Öyle aptalca ve bencilce davrandım ki!"
"Tamam, şu an sende kendinde değilsin. Sakin ol. Sinem'in hayati tehlikesi yok, önemli olan bu. Tamam mı güzelim? İyi olacak, biz de ona destek olacağız." Sevgilisini çekti kendine, kollarını sardı, başının üstünü öptü.