kırkyedi

2.5K 281 55
                                    

Berkan ile Sinem'in seviştiği geceye dönüyoruz :)

"Hoşgeldin evime." Berkan, onun küçük çantasını alıp ahşap vestiyere bıraktı. Sade ve düzenli evinde hafif bir lambader dışında neredeyse hiç ışık yoktu. Sinem bu karanlık ve yaz ayına rağmen soğuk evden anlamlandıramadığı sekilde rahatsız oldu. Yine de güzel bir gülümsemeyle "Hoşbuldum." Dedi.

  Salon bir L koltuk ve iki tek kişilik koltuktan oluşuyor, sağ taraftaki ufak bar ile mutfağa bağlanıyordu. Neredeyse bir duvarı kaplayan boydan boya korkuluksuz cam, 24.katta olmanın da ürpertisiyle Sinem'i korkuttu. Kendini bildi bileli, küçükluğünden beri korkardı yüksek şeylerden. Yüksek evler, demirliksiz balkonlar, insanları mutlu eden şehir manzaraları... bunlar sadece Sinem'in içini titretiyordu. İçgüdüsel olarak pencereden en uzak koltuğa oturdu. Berkan'ın ona ikram ettiği bir kadeh şarabı aldı.

"Daha iyi misin?" Diye sordu Sinem, dibine oturan adama. Berkan, sanki Barış ile boğaz boğaz gelen, yumruk yiyen ve Bilge tarafından reddedilen o değilmiş gibi davranıyordu.

"İyiyim, niye kötü olayım ki?"  Adamın sağ eli Sinem'in perçemlerine gitti, ince saç tutamlarını kulağının arkasına sıkıştırdıktan sonra parmağı göz hizasından yanak çizgisine, oradan da çenesine kaydı. Sinem'den bir teklif bekledi. Kızın ona gelmesini istiyor, Bilge'yi cezalandırmak için seçtiği bu yolda kurbanının gönüllü olmasını bekliyordu. "Güzelmişsin." Dedi kıza.  Büyük gözleri, tombul yanakları, kemerli bir burnu vardı. Yanağında ve boynunda birkaç ben vardı.  Bilge'yi düşündü. Ne kadar farklıydı bu iki kız birbirinden. Bilge'yi ilk gördüğünde düşündüğü şey, Barış'ın onunla asla yatmayacağı, kızın arzulanmak için ne kadar sıradan olduğuydu. Oysa Sinem için öyle düşünmemişti. Sinem'i arzulanabilir buluyordu.

"Teşekkür ederim." Dedi kız. Buraya gelirken bunların olacağını tahmin etmeliydi. Berkan niye çağırsındı ki onu kendi evine? Kara kaşına kara gözüne değil, muhabbetine değil, herhalde kızı tanımak istediğinden de değil.

  Sinem, çok uzun zamandır kimsenin onu sevmeyeceğine dair bir karamsarlıkla yaşıyordu. Aşktan yana kendini bildi bileli hiç yüzü gülmemişti. Serdar vardı en son. Fakültede tanıştığı, üst dönemden bir çocuk. Fena biri değildi ama ne hayalindeki adamdı ne de birlikte hayal kurulacak bir adam. 1 yılı aşkın ilişkilerinde devamlı "Sen bana bunu dedin, zamanında şunu yaptın." gibisinden saçma meselelerle tartışırlar, en sonunda öfkeleri geçince yatışırdı sular. Birbirlerini kıskanacak, kavga ddecek kadar bile sevmedikleri öylesine yapılmış bir ilişkiydi. Ama Serdar iyi bir insandı. Sinem ona güveniyor en azından kendini rahat hissediyordu. Yakın zamana kadar. Sonra yine sudan bir sebepten ayrılmışlar ve kız tamamı ile bu hayatta aşk diye bir şeyin olmadığına, varsa da kendisinin karşısına çıkmayacağına inanmıştı.

  Ama tutku vardı. Heyecan, arzu... Belki aşk değildi ama aşka yakın duygulardı. Berkan'ın elleri boynunda gezip dudakları kendisine yaklaşırken ona izin vermesinin sebebi de en azından aşka en yakın duyguyu tadabilme arzusuydu. Bir öpücük bekledi kendi dudaklarının üstüne. Ama o arzuladığı dudaklar boynunda oyalanıp durdu. Ona karşılık olarak kafasını geriye, ellerini adamın saçlarına attıktan sonra vücudunda gezinen eller bir oyuncakmış gibi kucağına çekti kızı. Birkaç ay önce Bilge'ye verdiği bluzu çıktı. Beyaz memeleri adamın gözlerinin önüne serilince tepkisini ölçmek için gözlerine bakmak istedi ama Berkan bir saniye olsun bakmadi gözlerine. Sinem, onun saçlarını çekiştirip zorla göz göze getirdi kendisiyle. Dudaklarına uzandı sonra. Ben düzüşmek istemiyorum, sevişmek istiyorum, demekti bu. Ama Berkan onunla aynı fikirde değildi. Yanağını çevirdi, kızın dudaklarına kendi dudaklarıyla dokunmaktan kaçındı.

  Belki o an kalkıp gitmeliydi Sinem. Bu geceden bir hayır doğmayacağını bilmeli, arkadaşına ilan-ı aşk eden bu adamın oyuncağı olmayı reddetmeliydi. Ama her şeye rağmen, tüm bunları adı gibi bilmesine rağmen engel olmadı kendisini koltuğa iyice yatıran Berkan'a. Gözlerini kapattı, adamın saçlarını, ensesini okşamaya devam etti. Pantolonu ve sütyeni ne ara çıktı anlamadı. Berkan'ın dokunuşları durup adam doğrulduğunda üzerinde sadece külodu vardı. Berkan da aceleyle kendini soyuyor, Sinem gelmeden beş dakika önce cebina attığı prezervatifi takıyordu.

"İstiyorsun dimi?" Diye sordu kıza. Keşke hayır, deseydi Sinem. Ama bacak arasını okşayan parmaklarla kafasını geriye atıp büyük bir inleme koydu. "Hıhı," diyebildi.

"Açıkça söyle, yoksa duracağım." Niye böyle konuşuyordu adam onunla? Sinem napmıştı ki? Yaralı kaşına pansuman yapmış, dertleşmişti onunla. "İstiyorum." Keşke demeseydi.

   Toplamda 10 dakika sürmeyen bir birleşmeden sonra, etrafındaki o aptal beyaz bulutlar dağıldığında Berkan'ın bej tavanıyla göz göze geldi. Adam üzerinden doğrulup kızın vücudundan ayrılınca klimadan vuran soğuk hava Sinem'i titretti, tüyleri diken diken oldu. Sonra garip bir şekilde ne kadar yüksekte olduğunu düşündü. 24.kat ne kadar yüksekti? Bu kadar yüksek binaları kimler yapıyordu, Berkan hangi akla hizmet kalıyordu burada.

  Hala çırıpçıplakken dirsekleri üzerinde doğrulup üzerini giyen adama baktı. Sinem orada yokmuş gibi davransa da kızın bakışlarını üzerinde hissediyor, bir şey söylemesi gerektiğini biliyor ama ısrarla açmıyordu ağzını. "Sağdaki odaya geç, uyu istersen." Dedi sadece.

  Saat Sinem'in eve dönmek isteyeceği bir saat değildi. Ama olan bitenin idrakında ve kendine saygısını çokça yitirdiği şu dakikalarda koşarcasına kaçmak istiyordu. Bacak arasındaki sızı ve ıslaklıkla kalktı. Boşalamamıştı bile. Berkan ona rahatlayıp rahatlamadığını bile sormamıştı. Ne diye gelmişti buraya? Ne diye izin vermişti adama. Yerdeki kıyafetlerine uzandı, kucağına toplayıp Berkan'ın gösterdiği odaya geçti.

  Kimin odasıydı, Berkan duş aldıktan sonra yanına gelecek miydi bilmiyordu. Kalbi ve onuru kırılmış bir biçimde uyudu. Sabah uyandığında odada kimse yoktu, yatak da başka birinin daha uyumuş olmasin imkan vermeyecek kadar topluydu. Üzerini giydi, paytak adımlarla odadan çıktı. Kapı ağzında, antrenman çantasıyla kendisini uyandırmadan evden tüymeye çalışan Berkan ile göz göze geldi.

"Günaydın." Dedi çatallaşmış sesiyle.

  Berkan kapı ağzında kalakaldı. Kızın yüzüne bile bakmadan açtığı kapıyı geri kapattı. "Antrenmana gidecektim."  Lig tatildeyken ne antrenmanıydı anlamadı kız. "Seni de bırakayım." Dün geceden beri kurduğu en nazik cümleydi. Portmantodaki çantasını aldı kız. Telefonunun içinde olup olmadığını kontrol etti. Sonra Berkan'ın peşine takılıp çıkti evden. Asansördeyken ruhunun daraldığını hissetti. Hala çok yüksektelerdi ve çakılıp kalırlarsa ne olacağını düşünüp duruyordu. Parmak boğumları beyazlayana kadar sıktığı demirin soğukluğu onu bu yaz ayında titretirken buraya geldiği için kendinden bir kez daha nefret ediyordu. Bu halini fark etmesine rağmen hiçbir şey demeyen adamdan da kendi aptallığından da tiksiniyordu.

Büyük sitenin girişine geldiklerinde Berkan'ın kendisi için çağırdığı taksi tam önlerindeydi. Bugün antrenman çıkışı kafa dağıtmaya gideceğinden arabayla gitmek istememişti. Sinem'i bu taksiye bindirecek kendi de mecburen arabasıyla gidecekti. şimdi yeni taksi beklemek uzun sürerdi. Cama eğildi. "Hanımefendiyi gideceği yere kadar bırak abi." Dedi elli yaşını geçmiş taksiciye. Cüzdanını çıkardı epey bir miktar nakdi adama uzattı. Sonra da açtı arka kapıyı. Sinem'in yüzüne bile bakmadan "Hadi," dedi.

  Ayakları yerdeydi artık. 24.katta bindiği asansör yere çakılmıştı. Hayatında bu kadar kötü, küçümsenmiş hissettiği bir an daha yoktu. Berkan'a ve taksiye arkasını dönüp yakınlarda bir metro durağı bulabilme ümidiyle ayrıldı oradan.

  Dün akşam hevesle taktığı, annesinin işlemesi çiçekli bandanayı Berkan'ın kanepesinin altında unuttu.

false god // barış alper yılmazHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin