Sabah açık camdan giren soğuk hava ile titreyerek uyandı Bilge. Rize'nin puslu havası, yüksek dağları onun zihnini olabildiğince açtı. Telefonuna uzandı, saat daha altıydı. Ayaklanıp camı kapattı. Sonra uyanmışken bir bardak su içmek için mutfağa yöneldi. Emine Hanım, ocağın başında çay demlerken bir yandan da ağzının içinde bir türkü mırıldanıyordu.
"Günaydın," dedi Bilge çekinerek. "Yardım edebileceğim bir şey var mı?"
"Günaydın kızım, yok çay demledim daha. Bizim ahali sekizden önce uyanmaz." Dün oğlunun ona söyledikleri, Bilge'ye olan hakiki sevgisinin bir yansımasıydı. Ve Emine Hanım, zihnindeki tüm ama'lara rağmen o yansımaya inanmayı tercih ederek bugün kıza olabildiğince iyi davranıyordu.
İlk defa, önyargısız, öfkeden yoksun gözlerle süzdü genç kızı. Ufak tefek, hanım hanımcık, oturup kalkmasını bilen güleryüzlü bir kızdı Bilge. Kadın onun arada yüzünün gölgelenip uzaklara daldığını fark etmişti ancak buna sebep kendisi miydi yoksa kızın mizacı mı bilemedi. Tek bildiği bir şey vardı, tıpkı oğlu gibi bu kız da ne zaman sevgilisine baksa gözleri ışıl ışıl parlıyordu.
"Pişi yapacaktım, Barış pek sever. Yemiyor çok şimdiler de... istersen gel hamurunu sen yoğur." Bilge gerginlikle mutfağın ortasında dikilirken bir anda kadının kendisine iş buyurması ile mutlu oldu.
"Tabii." Yaklaştı tezgaha. Elini yıkadı. Küçük bir kabın içine elenmiş una yavaş yavaş su katarak yoğurmaya başladı.
"Aman," Emine Hanım onun kuvvetsiz kollarına baktı. "İncitme elini kolunu, bozuşturma beni oğlumla." Dedi şakayla karışık.
"Estağfurullah," diyebildi Bilge. "Niye bozuşasınız?" Kadının şakasının altındaki imayı sezdi. Yanlış anlamasından ölesiye korktu. "Sizin yeriniz çok başka."
"Hadi hadi," Kızın bu mahcup, saygıli halleri kadını memnun etti. Oysa onu ilk gördüğünde içten pazarlıklı, Barış'ın aklına girerek ailesinden uzaklaştıracak bir kız olduğunu düşünmüştü. "Ağzına düşecek bıraksan."
Güldü Bilge. Avuçlarının içindeki hamuru yoğurmak ona iyi geliyordu ancak kadına ne dese bilemiyor, hala gerginlikle hareket ediyordu. "Beni sevemezdiniz en başında, farkındayım." Yumuşacık bir sesle konuşmuştu. "Barış size kızmıştır belki ama ben kızmadım. Anlıyorum çünkü, kaygılarınızı, sitemlerinizi. Sizin yerinizde olsam belki ben de düşünürdüm bunları." Dürüst olmak ne kazandırırdı bilmiyordu ama hiçbir şey kaybettirmezdi herhalde bu saatten sonra. "Barış çok yakışıklı bir adam. Ben o kadar güzel değilim, biliyorum da, farkındayım yani. Gerçi yüzüme de vurdu bunu zamanında da... neyse." Anlattıkları üzücüydü. Ama kızın yüzü gülüyordu, tüm bunları geride bırakıp olgunca karşılamanın gülümsemesiydi. "Varlıklı da. Yani... aklınızdaki sorular sizi huzursuz edebilir, haklısınız. Benim de durumum belli sonuçta."
"Kızım... öyle d..."
"Öyle, öyle. Ama inanın alınmadım, gücenmedim. Böyle düşünen sadece siz değilsiniz, kendi annem de ima etti aynı şeyleri." Hamuru ufak ufak bölüp yuvarlamaya başladı. "Hatta Barış da... Ama inanın, yemin ederim, tüm varlığım üzerine hem de ne parası pulu ne yakışıklılığı. Hiçbiri gözümde değil. Ben Barış'ı seviyorum Emine Hanım." Kızın az öncekine nazaran buğulanmış gözlerine baktı.
"Gel bakim," Bilge'nin hamurlu ellerine aldanmadan kollarına aldı kadın onu. Kız o kadar ufak tefekti ki kendinden bile kısaydı. "Özür dilerim kızım, hakkını helal et. Annelik işte, böyle kör ediyor insanın gözünü."