Bölüm 2: Sayılı Değil midir Nefeslerimiz?~~

3.3K 174 114
                                    

Selamlar canlarım! 

Evet, Havin'deki düzeni bozmuyoruz ve perşembe günleri yeni bölümlerde buluşmaya devam ediyoruz! (:

Multimedia'da bölüm şarkımız var. Bence mutlaka dinleyin ;)

Keyifli okumalar! 

***

2. Bölüm:

Gözlerini açtığı an yeniden kapamayı diledi, derin bir iç çekişle. Geceleri, yorgunluk ve uykusuzluğa direnemeyen bedeni, uykuya yenik düşerken tek dileği oluyordu, doğacak günü görmemek, teslim olduğu karanlık tarafından sonsuza dek teslim alınmak... Ama her sabah çalan alarmın sesi, hala yaşadığının lanet bir kanıtıydı. Banyoya girip duşun altına attı kendini. Tanrının bir diğer laneti gibi olan şekil almaz, turuncu saçlarını şampuan demeye bin şahit isteyen bir sıvı ile yıkayıp duruladıktan sonra bir süre daha kaldı suyun altında. Ilık su, akıp giderken bedeninden sanki alıp götürecekmiş gibi hissettiriyordu, tüm yaralarını...

Üzerine geçirdiği üzeri pamukçuklanmış ve aşırı derecede yıpranmış bornozu ile koşarak ayrıldı banyodan. Minik odasına dönüp iki kapılı, bir kapısı eskimiş de olsa boydan boya aynayla kaplı olan, küçük dolabından siyah bir kot pantolon ile aynı renkte bir kazak çıkarıp yatağının üzerine attı. Hafif bir u dönüşü yaparak dolapla dip dibe duran komodinin çekmecesinden de siyah bir külot ve sutyen çıkardıktan sonra sıyrıldı üzerindeki bornozdan. Küçücük odada hareket ederken elinin kolunun herhangi bir şeye çarpmaması mucize gibi bir şeydi. Ve bu mucize çoğu zaman gerçekleşmediğinden, kolları ve bacakları küçük morluklarla doluydu.

İç çamaşırlarını giyip saçlarını gelişi güzel bir şekilde kuruttu eskimiş baş havlusuyla. Hala ıslak olan saçlarına aldırış etmeden pantolonunu ve kazağını da geçirdi üzerine. En son geçen kış aldığı kalın, içi havlulu çoraplarını geçirdi ayaklarına.

Kıyafetleri, hiçbir zaman umurunda olmamıştı. Ne giydiği, ne kadar süredir giydiği hep gereksiz bir teferruattı ona göre ama her mevsim buz kesen ayakları, çok büyük bir belaydı başına. Kışın, özellikle de kar yağdığı zamanlar, iki kalın çorabı üst üste giyse de amfiye gitmek için yürüdüğü o kısacık mesafede parmaklarına felç indiğini hissederdi.

Odadan ayrılmadan önce yatağının kenarında duran siyah sırt çantasını, son bir kez kontrol ettikten sonra şarj olması için prize taktığı ve yalnızca birkaç ay önce, yanında çalıştığı yaşlı kadının yoğun ısrarlarından sebep ikinci el telefonlar satan bir dükkândan aldığı telefonunu da cebine atıp kilitli olan kapıyı açarak dışarı çıktı. Kapıyı bu defa dışarıdan kilitleyip yurdun yemekhanesine doğru yol alırken bileğine taktığı siyah lastik toka ile saçlarını gelişi güzel bir şekilde topladı. Her ne kadar kalın olursa olsun aldığı hiçbir toka, saçlarını istediği ölçüde bir arada tutamıyor, her defasından sağından solundan saçlar çıkıyordu ve bu durum onu deliye döndürüyordu. Bıkkınlık ile dağılan saçlarını kulaklarının arkasına iterken yemekhaneye doğru giden yolda adımlarını daha da hızlandırdı.

Son üç yılını, bu eski, her tarafı dökülen, harabe gibi yurtta geçiriyordu ama daha kötülerini de görmüştü. Hatta belki de içlerinde en iyisi burasıydı. En azından kendine ait bir banyosu ve anahtarı vardı. Düşününce hiç de fena değildi...

Geçmişin lanet anılarının zihnine dolmasına izin vermeden girdi yemekhaneden içeri. Rastgele masalara oturmuş, bir yandan kahvaltısını yaparken bir yandan da kahkahalar atan, dedikodular yapan kalabalığa hiç bakmadan hazır kahvaltı tabaklarından aldı eline, bir fincan da çay doldurdu semaverin yanındaki kupa yığınından aldığı bir kupaya. Her zaman oturduğu masaya geçti. Tepeleme doldurulan şekerliğin içinden beş küp şeker alıp attı çayının içine. Küp şekerler eriyip karışırken köpük köpük yapıyordu çayın üzerini, o da bundan nefret ediyordu ama şekersiz de çay içemediğine göre başka şansı da yoktu. Şekerler tamamen eridikten sonra elinden geldiğince üzerindeki köpükleri kaşık ile toplayıp kurtulacaktı onlardan. Önüne konan neyse onunla yetinmeyi, alternatifler üretmeyi öğrenmişti yıllar içerisinde. Ve şimdi önünde duran hazır kahvaltı tabağı, hayatı boyunca sahip olduklarının en iyilerindendi. İnce bir dilim peynir, üç beş adet zeytin, buz gibi olmuş bir haşlanmış yumurta, hazır pakette reçel ve tereyağı...

~~Karanlık Ruhlar~~Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin