Bir dünya kurmuştum, bir krallık.
O dünyada ben, ablam ve babam, kocaman, sayısız odasının olduğu bir sarayda yaşıyorduk.O kocaman sarayın dışı sarmaşıklarla kaplıydı.Babam o sarayın ürkütücü ve acımasız kralı, ablam ve ben ise iki yaralı prensestik.Kral olan babamdan korkardık. Günümüz babamın olmadığı yerlerde, çoğunlukla sarayımızın içinde geçerdi.
Sarayımızın etrafında ürkütücü canavarların yaşadığı, sık ağaçların dallarından ninnilerin duyulduğu bir ormanımız vardı.Nehirlerim vardı ama içinde su perileri değil cesetler vardı. Yosunlar vardı, çamurlar, bataklıklarımız.
Sarayımızı ejderhalarımız korurdu. Gökyüzünde uçar ve bize nefes olurlardı. Ama her şeye rağmen güneş hep olurdu krallığımda.
Üç kişi yaşardık sarayın içinde.
Ama bir gün apansızca ablam öldü ve ben de çocuk kalmakla lanetlendim.Ablamın cesedi odasındaki yatağın üstünde öylece yatıyorken sarayın ışıkları ablamın ölümü ile söndü, karanlığa gömüldü.Acımasız kral, sarayının içinde odasına çekildi.Ve beni, on bir yaşındaki yaralı kızını, sarayın içinde ablasının cesedi ile bıraktı. Kızıl saçlarım omuzlarımdan aşağıya dökülürken bedenimde morluklar, elimde ayıcığımla lanetli bir şekilde kalakalamıştım.
Kurduğum ve terk edildiğim dünyada halk karanlığa gömülen sarayla birlikte bizi terk etmişti.Ama yaşanan kötü günlere rağmen krallığımdaki güneş hiç eksilmemişti, sarayının pencerelerinden içeri girmişti.
Ve ölen prenses ile hayallerim yoldaşım olmuştu.Bir prens yoktu kurduğum dünyada.Bir prens beklediğim de yoktu.
Babam ve ablamın cesedi ile saraya hapsolmuştum, umut yoktu artık.
Gözlerim tam karşımdaki uçsuz bucaksız duran nehirdeydi. O kadar büyük ve ihtişamlı bir yeşildi ki gözlerimi alamıyordum.Mersinin sahili vardı ama gözlerimin önüne bir çarşaf gibi serilmiş bu nehir çok başkaydı.
"Seyhan Nehri."
Duyduğum sesle birlikte gözlerim Karan Karael'e döndü."Anlamadım?"diye sorduğumda harflerim savaşçıydı, savunmaya hazırdı.
"Baktığın nehrin adı diyorum."dedi Karan Karael. "Adı Seyhan Nehri."Sesi gür, dikkat çekecek kadar toktu."Öyle uzun uzun dalmışsın nehre.Ne düşünüyorsun liseli?"
Gür ve uzun kirpiklerinin altındaki koyu renk gözlerine bakarken yutkunmak zorunda kaldım, derimin altında garip bir his belirirken kaşlarım kelimelerimi bulamadığım için çatıldı.
"Çok güzelmiş nehir.Mersin'de sahil var ama bu sanki daha dinlendirici."dediğimde sesim kısık ve mesafeli çıktı.Bir an bakışlarının ağırlığı yüzümde taşıyamadım ve bulunduğumuz yere baktım."Çok büyük ayrıca."
Uçsuz bucaksız duran bir nehir, bulunduğumuz park alanı ve nehirin üstündeki o büyük köprü."Şuradaki köprünün adı ne peki?"dedim başımı yana çevirip.Kirli sakalların çevrelediği yüze vuran güneşi gördüm."Tarihi duruyor."
"Taş Köprü.Belki duymuşsundur?"diye sorduğunda başımı iki yana salladım birden."Peki..Adana deyince akla ilk gelenlerden biri o köprü.Çok köklü bir geçmişi var.."dedi Karan Karael, hafif kısılmış gözlerle makyajsız yüzüme dikkatle bakarken."Yedi yüz yıllık o köprü.Bir köprümüz daha var.Misis köprüsü."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SINIR
Teen FictionÖpüşü beni darmaduman edebilecek, yok edebilecek, lezzetli bir azabı verebilecek şeydi. Bir ateş yandığında, yakar. Yakarsa kül ederdi, yok ederdi. Oysa o, Tanrı'nın ateşiydi. Onun ateşiyle var oluyordum. "İstemem, istemiyorum.Durma, et."dedim nef...