Ne zaman gözlerinin içine baksam, biliyorum. İkimizi de aşar, o kapının ardındaki masal..
Grace İskoçya'da yaşamaya başlayalı tamı tamına beş ay geçmişti.
Genç kız zamanla buradaki hayatına alışmış ve herkesle çok iyi arkadaşlıklar kurmuştu. Aradan beş ay geçse bile değişmeyen bazı şeyler vardı. Mesela hala herkes Grace'yi her gördüğünde gözlerini ayırmadan ona bakmaya devam ediyordu. William hala korktuğu zamanlar onunla birlikte yatıyordu. Ve Dylan hala ona delici bakışlar atıyordu.
Bunların aksine değişen şeyler de olmuştu tabi. Grace kaleye Dylan'ın emriyle taşındığından beri -ki Dylan, William için endişelendiği için Grace'yi onlarla yaşamaya zorlamıştı- Tom'la oldukça iyi arkadaş olmuşlardı. Hatta aralarından su sızmıyor bile denebilirdi. Tom ona buradaki yaşantısında oldukça yardımcı olmuş ve onu bazı zamanlarda abisinin gazabından da korumuştu. Grace ona tüm kalbiyle minnettardı.
Grace'yi şüphesiz en çok şaşırtan şey ise Dylan'ın yaşadığı değişimdi. Buraya taşındığı bu beş ay içerisinde Dylan ona tam bir baş belasıymış gibi davranmayı bırakmıştı. Tabi zaman zaman.. Grace buna da razıydı. En azından arada sırada onunla normal bir konu konuşabiliyor veya bir sıkıntısı olduğunda ona danışabiliyordu.
Saç örgüsünü dikkatlice bitirdiğinde oturduğu tahta sandalyeden kalktı ve üzerindeki elbiseyi nazikçe düzeltti. Kalbi hiç olmadığı kadar hızlı atıyordu. Ve bunun nedeni William'ın ablasıyla tanışacak olmasıydı. Grace heyecanlı bir ifadeyle derin derin nefesler verdi. Daisy Vincest'e kendisini sevdirmeliydi. Çünkü bu kalede William'ın sorumlusu görevindeydi ve ablası küçük kardeşine iyi bakıldığından son derece emin olmalıydı. Grace bunun için elinden gelen her şeyi yapacaktı.
Odasının tahta kapısı tıklandığında aceleyle arkasını döndü ve kapıya doğru ilerlemeye başladı. Bir yandan da kapının dışındakinin söylediklerini dinledi.
"Gelebilir miyim Grace?"
"Evet Tom. Lütfen içeri gel."
Tom saniyeler sonra kapıyı açıp eşikte dikildiğinde Grace ona kocaman gülümsedi. Kapıları açma sorunu hala devam ediyordu. Bu nedenle de onu almaya her daim birileri gelir ve kapıyı onun için açardı. Bu kişi bazen Tom oluyordu, bazen Roland, Eric, Adam veya Antony.. Her zaman biri onun için beklerdi.
"Harika görünüyorsun!" dedi Tom fikrini net bir biçimde söylerken gözlerini karşısındaki kızdan alamayarak. Üzerindeki elbiseyle adeta meleklere benzemişti. "Ablam sana bayılacak."
"Gerçekten mi?" diye sordu neşeli bir ifadeyle sırıtarak. Tom'un bu cümlesi onu biraz olsun rahatlatmıştı. "Sence ablan beni sever mi?"
"Başka bir ihtimal mi var?" diye sordu Tom kolunu nazikçe Grace'ye doğru uzatırken. "Kimsenin senin gibi tatlı bir leydiyi sevmemesi mümkün değil."
'Dylan dışında..' diye düşündü Grace büyük bir sıkıntıyla iç çekerek.
Ne yaparsa yapsın Dylan'a kendini pek sevdirebilmiş değildi. Araları eskisinden çok daha iyi olsa da Grace içten içe adamın kendisinden pek haz etmediğini düşünüyordu.
"Çok tatlısın." dedi Tom'un utangaç bir şekilde kızarmasını sağlayarak. Aynı zamanda odadan çıkmış, birlikte merdivenlerden iniyorlardı. Tom onun için kalenin devasa çıkış kapısını açtığında Grace o tanıdık lacivert gözlerin delici bakışlarından kurtulamadı.