Sadece yanında olmak bile, bu dünyada başıma gelen en güzel şeydi.
Dylan askerlerine daha fazla yaklaştığında onların yarısının ahırın yanında, yarısının da kilisede olduğunu fark etti. Hepsinin elinde Dylan'ın anlam vermekte zorlandığı saksılar mevcuttu. Yüzlerindeki mutlu ifadelerle ellerindeki saksıyı kiliseye doğru taşırken, Dylan onları tanımasa hayatlarında en sevdikleri işin saksı taşımak olduğunu düşünürdü.
Koca bir iç çekerek bir süre askerlerini takip etti ve gördüğü manzara karşısında hiç mi hiç şaşırmadı. Yine askerler, yine gülüşmeler ve yine Grace denen o baş belası kız vardı.
Kız kilisenin ön kısmında durmuş, etrafını da Dylan'ın askerleri her zaman olduğu gibi çepeçevre sarmıştı. Ahırın oradan gelen askerleri taşıdıkları saksıları hoşnut bir ifadeyle kıza veriyor, kalan askerleri de toprağı kazıp kızın onları ekmesine yardımcı oluyordu. Hiçbir şey yapmayanlar ise büyülenmişçesine kızı izliyordu. Askerlerinin hepsi adeta hipnotize olmuş gibiydi. Dylan kardeşi Tom'u da saksılardan birini taşırken görünce çileden çıktı.
Bu çiçek ekme merasimini keyifle izleyen Roland, gözlerini kızdan ayırabildiği o kısacık sürede Dylan'ı görmüştü. Dylan son derece sinirli görünüyordu. Deliye dönmüş gibi bir hali vardı. Roland hemen yanındaki Tom'u aceleyle dürterek karşıdaki Dylan'ı işaret ettiğinde Tom'un gözleri kocaman açılmıştı.
"Bittik biz." diye fısıldadı elindeki saksıyı korkuyla yere düşürdüğünde. Gözleri abisine kilitlenmişti. Tanrı onları korusun, abisi çıldırmış gibi görünüyordu. "Dylan bizi çiğ çiğ yiyecek."
Roland, Tom'un sözlerine katılmadan edemedi. İkisi de anın şaşkınlığından kurtularak aynı anda koşarcasına Dylan'ın yanına gittiler.
Dylan çıldırmamak için kendisini zor tutuyordu. Ufacık bir kız askerlerini adeta aptal kuklalara çevirmişti. Sinirle etrafı süzüp, atının üzerinde bıraktığı kardeşi William'ı hatırladı. Al işte, her şey yine birbirine girmişti ve Dylan'ın isteği dışında ilerliyordu.
Yüksek sesli bir ıslık çalıp askerlerinin dikkatini çekmeyi başardığında hepsi heykel misali oldukları yerde kalakalmıştı. Dylan askerlerden en yakınındakine kardeşi William'ı kaleye sokması talimatını sessizce verdikten sonra karşısındaki askerlere döndü. İki bacağını açmış, ellerini de arkasında otoriter bir şekile birleştirmişti. Yoksa hepsini sıradan geçirip tek tek yumruklayacağına emindi.
Dylan askerlerine bir şey deme ihtiyacı hissetmeden hepsini birer birer süzdü ve onların ne kadar sinirli olduğunu anlamalarını bekledi. Yaptığı şey işe yaramış ve hepsinin yüzü bembeyaz olmuşken, Dylan bu kez de bütün bunların o kahrolasıca sebebine doğru döndü.
Kızın elleri, yüzü ve üzerindeki sarı elbisesi toprağa bulanmıştı. Ama bütün bunlara rağmen hala lanet olasıca derecede güzeldi. Yüzündeki toprak lekeleriyle bile meleklere benziyordu. Dylan ondaki kusursuzluğa hayran olmadan edemedi.
Hemen sonra düşüncelerinin gittiği yöne sinirlenerek kıza sert bir bakış göndermişti. Kız ise bakışlarına her zamanki gibi korkusuzca karşılık Vermekle yetindi. Dylan bu sayede kızın kendisinden korkmadığı gerçeğiyle bir kez daha yüzleşir gibi oldu.
Lanet olası kız Dylan'ın karşısında hiçbir kadının verdiği tepkileri vermiyordu ve Dylan bu durumdan iyiden iyiye rahatsız olmaya başlamıştı. Kızın gözlerine bakmak istemiyordu fakat kız ona karşılık verdikçe bakışlarını ondan ayıramıyordu da. Kendi kendine küfürler yağdırdıktan sonra tekrardan askerlerine doğru döndü.