Kim o deme boşuna, benim ben. Öyle bir ben ki gelen kapına, baştan başa sen..Grace kapıda görünür görünmez Dylan kalbinin tam orta yerine sanki koca bir bıçak saplanmış gibi nefesini tuttu. Karısının güzel yüzü istemsizce nefesini kesmişti. Onu son görüşünün üstünden günler geçmişti ama Dylan kendini sanki asırlardır onsuz kalmış gibi hissediyordu.
Dylan olduğu yere çivilenmiş gibi durup genç kıza bakarken, Grace küçük adımlarla evin bahçesine inmişti bile.
Genç kız kalp çarpıntılarını görmezden gelerek birkaç adım attıktan sonra durmuş ve karşı tarafta dikilen Dylan'la tam da o anda göz göze gelmişti. Dylan'ın delici bakışlı lacivert gözleri onu baştan aşağıya süzerken bir an için yere kapaklanacağını sanmıştı fakat düşündüğünden daha da güçlüydü. Zira hala ayakta duruyor ve Dylan'ın yaptığı gibi onun gözlerinin içine bakıyordu.
Dylan karısını yeterince süzdükten sonra gözlerini onun gözlerine dikmiş ve kendini o yeşillerde kaybetmişti. Ağzını açıp tek bir kelime bile etmiyor, sadece ona olan özlemini biraz olsun yatıştırmaya çalışıyordu. Tabi özlemi bu şekilde geçecek gibi de değildi. Özlemini gidermek için öncelikle ona dokunması, onu kollarının arasına alıp o güzel, çiçek kokusunu içine çekmesi ve onu önümüzdeki on yıl boyunca kollarında tutması gerekti. Ancak bu şekilde içindeki bu yakıcı duygudan kurtulabilirdi.
Etrafta sakin fakat biraz da ürkütücü bir hava hakimdi. Askerler beylerini ve hanımlarını izliyor, bu sessizliğin daha ne kadar süreceğini anlamaya çalışıyorlardı. Zira ikisi bir araya geldiği ilk günden itibaren ilk kez bu derece sessiz kalabilmişlerdi. Genelde birbirleriyle buluştukları ilk anda hanımları durmaksızın konuşur, beyleri ise lanetler yağdırarak kükrerdi. İkilinin anlaşma şekilleri buydu ve askerler bu duruma o kadar çok alışmışlardı ki şimdi gerçekleşen bu bakışma ritüeli onları şaşırtmıştı.
Tom bunun fırtına öncesi sessizlik olduğunu düşünüyor, Antony didişmelerini ilk kimin başlatacağını merak ediyor, Roland ise bu ateşli bakışmanın daha ne kadar süreceğini hesaplamaya çalışıyordu.
Grace ise hala Dylan'ın gözlerine bakarken kocasının konuşmaya ne zaman başlayacağını düşünüyordu. Zira genç kıza göre kocasının burada olmasının nedeni konuşup Grace'ye duymak istediklerini söylemekti. Grace bu kez kocasının ona olan sevgisini öğrenecekti. Ve sonra da onunla birlikte eve dönecekti.
Dylan kendisini süzerken daha fazla dayanamayacağını fark etti ve başlangıcı kendisinin yapmasında karar kıldı. Zira az önce adını haykırıp yeri göğü inleten kocası, şimdi aylarca konuşmayacak gibiydi.
Önce elbisesinin eteklerini düzeltti. Sonra da boğazını gergince temizleyip gözlerini Dylan'dan ayırarak arka tarafta merakla onları izleyen askerlere baktı.
"Hoş geldiniz."
Sesi oldukça kibar ve sevgi dolu çıkmıştı. Buna ışık saçan bir gülümseme de eklendiğinde güzel yüzü aydınlanmış ve bahçenin tam ortasında büyülü bir çiçek gibi açıvermişti.
Askerler hanımlarına hayranlık barındıran koca sırıtmalarla karşılık verdiğinde, Dylan homurdanarak derin bir nefes verdi. Zira askerlerinin 32 dişini de tek tek görebiliyor ve bu durum sinirlerini bir hayli bozuyordu.
Grace'nin tek lafıyla hepsi sevgi bekleyen küçük çocuklara dönmüş gibiydi. Fakat Dylan bu sevginin sadece ve sadece kendisine ait olduğunu düşünüyor ve askerlerini hiçbir şekilde kendine ait olan bir şeye ortak etmek istemiyordu. Karısıyla ilgili hiçbir şeye, hiç kimse ortak olamazdı.