Ve bazen de öyle bir gerçekle yüzleşirsin ki baktığın her yerde o gerçeği görürsün; sanki aynayla dolu bir oda içinde sadece sen ve o gerçek. Kaçmak istesen de, kaçamazsın.
Dylan sert ve kararlı adımlarla kızın odasından fırtına misali çıktığında hala duyduklarını hazmetmeye çalışıyordu. Öğrendikleri yenilir yutulur cinsten şeyler değildi. Geçen her saniye içinde bir şeyleri harekete geçiriyor ve Dylan'ın deli öfkesini tetikliyordu.
James Walker denen o herif aşağılık bir alçaktı. Kendi kız kardeşini istemediği bir adamla evlenmeye zorlayacak kadar büyük bir alçak hem de.
Dylan bunu düşündükçe deliye dönüyordu. Kızın gözlerindeki o ızdırap ifadesi sürekli olarak gözünün önüne geliyor ve ona sanki bilmediği bundan daha fazlası varmış gibi hissettiriyordu. Dylan bütün bunları daha sonra düşünmeye karar verdi. Zira şu anda yapması gereken yeni bir plan vardı.
Derin bir nefes verdi ve sıkıntıyla iç çekti. Aklında sürekli olarak kızla yaptığı konuşma dönüp duruyordu. O anda öfkesine yenik düşmediği için Tanrı'ya defalarca şükretti. Dylan kendisini öyle kaybetmişti ki gözleri hiçbir şey göremez olmuştu. Bir an, tek bir an için durup dinlemese, kızı belki de hiç istemediği o adama kendi elleriyle vermiş olacaktı. Dylan onu dinlemesi için kendisini ikna ettiğinden dolayı Grace'ye minnettardı.
Kaledeki salona tekrardan girerken ne yapacağını bir türlü kestirememişti. İçinde tuhaf bir sızı ve koca bir endişe belirdiğini hissettiğinde çaresizce yutkundu.
O Henry Walker denen asalak ve askerleri hiçbir şekilde onun kalesine girmeye yeltenemezdi. Bu olursa saniyeler sonra hiçbirinden eser kalmayacağını herkes bilirdi. Dylan'ın öfkesi yadsınamaz bir gerçekti. Dylan'ın endişesinin nedeni de zaten bu değildi. Onun çok daha başka bir problemi vardı.
O asalak buradan hiçbir şey yapamadan gidecekti gitmesine ama sorun bununla bitmiyordu. Kızın Dylan'ın kalesinde kaldığı tüm İskoçya'ya ve İngiltere'ye çoktan yayılmıştı. Dylan onun itibarının kendisi yüzünden yerle bir olmasını bir türlü hazmedemiyordu.
O Dylan'ın gördüğü en masum kadındı. Ve şu anda kendisinden başka herkes onun için tam tersini düşünüyordu. Hiçbirisi gerçeği bilmiyordu. Ve bilseler bile buna inanmayacakları kesindi. Herkes kızın onun ya da askerlerinin yatağından geçtiğini sanıyordu.
Dylan buna nasıl izin verebilirdi? Kız bütün bunları öğrendiğinde kahrolacaktı. Ve Dylan bunun olmasını hiç ama hiç istemiyordu.
Askerleri, kardeşi ve Ethan salondaki koltuklarında bıraktığı şekilde otururken, hiçbirinden ses çıkmamıştı. Hepsi Dylan'ın patlamaya hazır olduğunu fark ediyor ve onu kışkırtmamak için de susuyordu. Fakat her birinin aklında da binlerce soru işareti vardı.
"Dylan?"
Kimsenin bir şey konuşmayacağını ve abisinin de hiçbir şey anlatmayacağını fark eden Tom dayanamayıp bu ölüm sessizliğini bozmuştu. Ne olursa olsun Grace'yi korumak zorundaydı. Tıpkı Grace'nin kendi canını hiç düşünmeden kardeşi William'ı koruduğu gibi.. Tom bunu ona borçluydu. Ve bunun için abisinin o korkunç gazabına uğraması gerekiyorsa, Tom bunu da göze almıştı.
"Ne var?"
Dylan'ın sesi beklenilen gibi sertti. Fakat cevap verirken Tom'a bir kez olsun dönüp bakmamıştı. Lacivert gözlerini yerdeki bir noktaya dikmişti ve etrafındakileri ürküten bir şekilde derin düşünceler içerisindeydi. Ethan onun şu anda öfkeden delirdiğine emindi.