► Kelime Sayısı: 2102
►Anlatan Karakter: Leoris
► Irkı: İnsanVe büyülü bariyer görünüp olup yavaşça dağıldı ve bir anda parçalanarak yok oldu...
Herkes, bir anda harekete geçti...
Gruba son bir kez daha dikkatlice baktım. Üç ork, iki elf, beş insan. Rul'Ja, Hul'Ja, Kuura, Annuines, Gorndir, Kaspar, Madilyn, Rihe, Ben. Orkların üçü de savaşçıydı. Ben ne olduğumu bilmiyordum. Elflerin ikisi de okçuydu. Rihe Düellocu, Kaspar Büyücü, Madilyn ise Şifacıydı. Ne olduğu belli olmayan tek kişi bendim.
Bariyer parçalandığında, ikinci aşamayı geçmek için sanırım biraz strateji geliştirmemiz veya bir taktik, takım uyumu sağlamamız gerekiyordu belki. Ama biz direkt koşarak ortalığı dağıtmayı tercih ettik. Sonuç olarak, karşımızda ne olduğunu bilmiyorduk.
Dev bir köprüde gibiydik. Kırmızı tuğlalarla birleştirilmiş uzun bir köprü. Sonu, iki dev kapı. Büyük ihtimalle kapıdan geçmemiz ile bitmeyecekti, daha kapının içerisi vardı. Ve herhangi bir uçan cisim göremediğimden dolayı, büyük ihtimalle uzakta karınca kadar kalan bu kapı, bu aşamanın üçte biri bile değildi. Köprünün eni büyük ihtimalle dört metre falandı. Yerden tahmini on metre kadar yüksektik. Altımızda fokurdayıp patlayan lavların sesi geliyordu ancak köprüye kadar yükselemiyordu. Aşağıya baktığımda, gerçekten...dayanılmaz sıcaklığı, lavlar ve kızıl tonları ile burası yapay bir cehennem için tasarlanılabilecek en mantıklı yerdi.
Daha fazla etrafı incelersem geç kalacaktım. Diğerleri ile koşmaya devam ettim ki bir anda bir bariyer daha kırıldı ve neredeyse bir metre önümüzde dört Alev İskeleti belirdi. Demek mantık böyleydi. Aramızda az bir mesafe kaldığında bir anda önümüzde belirecek böylece bizi savunmasız yakalayacaklardı. Bu da bizi okçu ve büyücüleri ani bir darbe ile kül olmamaları için korumaya itecekti. Takım bir uyum içinde olmak zorundaydı.
Bir nota dizesi gibi... Bir nota daha erken işlerse veya bir nota daha geç kalırsa büyük ihtimalle müzik berbat olurdu. Bu durumda, dikkatli olmam gerekiyordu. Bu iskeletler, kılıçları ile vurdukları yeri yakıyordu. Önümde iskeletler belirmişken kafamdaki zaman yavaşladı ve bir çok şey aklımda tıkır tıkır işledi.
Eğer bir iskeletin kılıcını hançerim ile engellersem, iskeletin kılıcı durmadan ısı yayacağı için ve demir ısıyı taşıyacağı için hançerim ısınacak ve beni hançeri elimden bırakmaya itecekti. Aynı zamanda elimde şifa ile etkisizleştirilmiş yanıklar olduğu varsayılırsa, ısı ile hiç aram yoktu. Bir an düşündüm...
Praef yalan söylemişti!
"Bu dört Dünya'dan birine rastgele olarak gideceksiniz."
Hayır! Rastgele falan değildi! Güçsüz olduğumuz alanlara itilmiştik! Benim ellerimde yanıklar vardı bu yüzden zaten ısı benim için tehlike arz ediyordu. Rihe'nin iğneleri ise, buzdandı. Kaspar bir buz büyücüsü gibi gözüküyordu. Kemerinde takılı dört büyülü kitabın kapaklarında buz simgesi ağırlıklıydı. Üçü buz kitabıydı. Bir ise ışık. Bu durumda, herkes dezavantajlı olduğu Dünya'ya yerleştirilmişti. Peki orklar neden buradaydı? Elf'ler, doğa ve bitki elementlerini ağırlıklı olarak kullanırlardı ve alev, bu bitkileri kül etmek için en mantıklı özellikti sanırım.
Orklar? Bilemiyordum. Ama tüm bunların bir tesadüf olmadığı kesin bir şeydi sanırım. Tüm aklıma bir anda dolan bu düşüncelerden, Kuura'nın dev kılıcını iki eli ile savurup önümüzde beliren dört iskeleti göğüs kafesini parçalayarak ikiye böldü. İskeletlerin kuleye düşen bedenleri anında toza dönüştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
|| Kule φ Yedi Dünya ||
FantasiUratha İkinci adıyla, cennet. Her yıl on iki özel savaşçı, Kule'ye girmek amacıyla seçilir. Büyücüler, okçular, savaşçılar. Elfler, orklar, insanlar. Herhangi bir farklılık gözetmeksizin, Yedi Dünya Kulesine, zirveye tırmanmak için seçilirler. Dev b...