Saatime baktığımda çoktan doktora gitme saatimin geldiğini gördüm. Hastaneye yakın bir yerde oturduğumdan dolayı acele etmeme gerek yoktu.Çantamı ve anahtarımı alıp küçük dairemden,hala daha buraya daire demenin doğruluğunu sorgulasam da, çıktım.
Kulaklığımı taktım ve radyoyu açtım. Şu sıralar güncel şarkılar dinlemeye çalışıyordum ne de olsa güncellikten baya bi' uzak kalmıştım.
Hastaneye girmeden hemen önce sessiz sedasız arka girişe doğru yönelen siyah bir minibüs dikkatimi çekti.
Annem ne zaman böyle lüks arabalar görse, onların içindeki insanları merak ettiğini söyler dururdu.
Bense onun bu merakına asla anlam vermemiştim dahası veremeden de kaybetmiştim onu.
Dolayısıyla ben de artık ne zaman böyle arabalar görsem aynı şeyi düşünür olmuştum.Özel bir şahsiyet olmalı, diye kendi kendimi onayladıktan hemen sonra doktorun odasına yöneldim. Hastaneleri oldum olası sevmemiş hatta üniversite tercihimde tıpı en en en sona koymuştum, o da biricik babamın isteği sebebiyleydi.
Artık 23 yaşında 6 dil bilen bir tercümandım, aslında kendi ana dilimi ve şu anda öğrenmeye çalıştığım Çince'yi de sayarsak 9 dil biliyordum.
Evet 9 dil çünkü benim iki tane ana dilim vardı. Her ne kadar Kore'de yaşıyor olsam da annemin Türk, babamın Koreli olması sebebiyle Türkçe ve Korece benim ana dillerimdi.
"Hoşgeldin, Melissa. Evet, seni dinliyorum. Nasılsın?" konuşan doktorum değil 6 aydır nazımı çeken bir amcam, kısa sürede-tabii benim için kısa- çok sevmiş olduğum bir büyüğümdü.
Elleriyle oturmamı işaret ettikten sonra hemen yerimi aldım, ne içeceğimi sormadı çünkü karar vermişti; benimkisi her zamanki gibi limonata onunsa hiç sevmediğini bildiğim halde beni yalnız bırakmamak için yine limonataydı.
Yaz kış demeden limonata içmeye devam edecektik, beraber olduğumuz sürece..
"Merhaba, Jong Gun amca. İyiy-" cümlemi bitiremeden çalan kapı lafı ağzıma tıkmıştı.
Genelde bu olmazdı. Her haftanın cuması bizim buluşma günümüzdü ve yaklaşık kırk beş dakika boyunca yalnızca ikimiz sohbet ederdik.
O zaman bu kapının tek bir anlamı olabilirdi, o da ultra ultra acil bir şey olmuş olmalıydı.
Bunu anlamak için benim de ultra ultra zeki olmama gerek yoktu zaten.
Aniden içeri giren hemşire bana aldırış etmeden aceleyle konuşmaya başladı.
"Sizi görmek isteyen birileri var. Biraz acil!"
Ne zamandan beri doktor sipariş edebiliyorduk böyle? Her kimse sırasını bilmeliydi üstelik hasta da mı değildi, inanamıyorum!
"Peki peki geliyorum."
Kulaklarıma kanmak istemiyordum lakin çoktan kalkmış gitmekte olan Jung Gun amcayı görmemle birlikte tüm gücüm yerle yeksan oldu.
Acaba görünmez falan mıydım?
Ancak öyle olsaydı, bana hoşgeldin falan da diyemezdi..Bu saygısızlığı kimin yaptığını deli gibi merak ediyordum, muhtemelen arka kapıdan giren o minibüsün sahibiydi. İlk gördüğüm andan beri rahatsız oluşumun sebebi açıklığa kavuşuyordu belli ki..

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lost of Memory
FanfictionKusursuzca tasarlanmış düzeni asla bozamazsınız ve eğer kader diye bir şey varsa o işte tam burda! Bu noktadan itibaren sizi kaderin zalım ağlarıyla yalnız bırakacağım. Melissa da dahil kimse ne olup biteceğini bilmeyecek ya da Brian bilse de engel...