Part cuarenta ocho

64 8 62
                                    

"Yüzleşmek zorundasın Melissa! Onunla konuşmaktan başka çaren yok!"

Yong Gun amcanın takındığı ciddi yüz ifadesi beni daha da korkutuyordu.

"Tam olarak her şeyi hatırlamıyorum ama.. Ya bana henüz görmediğim, bilmediğim yerlerden sorarsa.. Nasıl cevap veririm?"

Muhtemelen bu ihtimali göz önüne almadan konuşmuş olacaktı ki bu soruyu beklemediğini gösteren tek kaşı kalkmıştı bile.

O anda duvarda asılı duran saat dikkatimi çekti, 'tam zamanı' diye düşündüm; görüşmemizin bitmesine birkaç dakika kalmıştı ve ben henüz kafamdaki sorulara net bir cevap alamamıştım bile.

Tekrardan Yong Gun amcaya baktığımda onun da saate bakmakta olduğunu gördüm; üzgün görünüyordu, muhtemelen bana yardımcı olamadığını düşünüyordu.

"Yong Gun amca, her şey için teşekkür ederim ama gitme vaktim gelmiş.. Söylediklerini biraz daha düşüneceğim sonra da mantıklı bir karar alıp tekrardan yanına geleceğim! Anlaştık mı?"

Onu üzgün görmeye dayanamıyordum.

"A-ah.. Pekala! Bugün pek uzun konuşamadık.. Özür dilerim Melissa. Bugünlük bu yaşlı amcanı affet, tamam mı?"

Elbette ki, onu affedecektim.

"Yong Gun amca lütfen saçmalama, sen de yoğunsun farkındayım. Bunu ne ben duydum ne de sen söyledin, tamam mı? Hadi kaçıyorum artık ben!"

Yanağına bir buse kondurduktan sonra hızla odadan çıktım, zaten çoktan birkaç dakikayı aşmıştım.

Şimdi tekrardan başa dönmüştüm, ne yapacağıma dair hiçbir fikrim yoktu ve hatırlamayı beklemekten de çok sıkılmıştım.
Hastaneden çıkalı iki gün olmasına rağmen ben tek bir şey dahi hatırlamamıştım.

Artık Brian'ı da arayamazdım, her şey yine ve yeniden benim omuzlarıma yüklenmişti ve dahası yarın Şangay'a uçuyordum.

YARIN
ŞANGAY'A
UÇUYORDUM

Ne dediğimin farkında olduğumdan emin değildim ama sanırım bunun anlamı her şeyin bitecek olmasıydı.

Elimde iki seçenek vardı;

Birincisi, hatırladığım kadarıyla her şeyi ona anlatacaktım ama içim rahat olmayacaktı.
İkincisi, Şangay'a gittikten sonra da hatırlamaya devam edeceğim ihtimaline dayanarak tüm parçaları topladıktan sonra karşısına çıkacaktım.. Tabi karşısına çıkacak birini bulursam..

İlk seçenek mantıklı olan ama içime sinmeyendi ve ben içime sinmeyen bir şeyi yapmak istemiyordum.

Her zamanki Melissa olup zoru seçecek ve ikinci seçenekle yoluma devam edecektim. Sonucunu her ne kadar kestiremesem de tercihimi çoktan yapmıştım.

Şimdiyse eve gidip eşyalarımı toplamaya kaldığım yerden devam etmeliydim.










***

"Gerçekten gidiyorsun yani..?"

Eğer karşılıklı konuşuyor olsaydık ona gösterecek çok güzel hareketlerim vardı fakat ne yazık ki, telefondan telefona sinirim ulaşamıyordu.

"Xie Ji, canım arkadaşım.. Neden böyle saçma sorular soruyorsun!? Sana bavulumu hazırlamayı tamamladığımı söylüyorum.. İnandırmak için başka ne yapmam gerek? Söyle, cidden yapacağım!"

Derin bir nefes aldı ve, "Memleketime gitmene rağmen içim hiç rahat değil.. Gitmeni istemiyorum, sürekli bir şeyler olsa da burada kalsan diye dua ediyorum. Kalsan.. Olmaz mı?" diye birbiri ardına cümleler yağdırarak beni duygulandırmayı başardı.

Hoparlördeki telefonumu ahizeye geçirerek telefonu kulağıma dayadım böylelikle ona daha yakın hissediyordum.

"Ben de seni özleyeceğim Xie Ji. Ama yapman gereken şeyleri yapıyorum. İçim rahat, inan bana.."

Yalan söylemek için doğru bir zamanlama olmadığını bilmeme rağmen en azından Xie Ji'nin içi rahat olmalı diye sıralıyordum işte birkaç küçük şey..

"Peki.. Sen nasıl istersen arkadaşım. Yarın havaalanına gelemeyeceğim için tekrardan çok özür dilerim.. İner inmez beni aramak zorundasın tamam mı!?"

"Tabi ki de! Artık özür dileme! Hadi, yarın erken kalkacaksın uyumana bak sen! Ha bir de, emaneti vermeyi sakın unutma.. Öpüyorum çok çok! Kendine iyi bak!"

Telefonu kapatmıştım zira biraz daha konuşacak olsaydık eğer, ağlamam kaçınılmaz olacaktı.

Telefonu Xie Ji'yi aramadan evvel duran yerine, şarja taktıktan sonra ben de duşa girmeye karar verdim.

Bu, Kore'de aldığım son duş olacaktı ve ben sırf bunun için bile şu an oturup ağlayabilirdim.

Gittiğim için üzgündüm, içim rahat falan değildi. Bir şeyler eksik kaldığı ve ben onları tamamlayamamaktan korktuğum için her şey günbegün zorlaşıyormuş gibi geliyordu.

Neyseki, en azından bir işimi halledebilmiştim.
Şimdi sabırsızlıkla alacağım telefonu bekliyordum.

Lost of Memory Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin