Part veinte

71 9 31
                                        


İşe gitmemek için ayaklarım geriye doğru sürünüyor, o görüntülerden sonra Brian'ın yüzüne nasıl bakacağımı düşünüyordum.

Eğer Polyanna olmam gerekirse, Brian isminin gizemini sonunda çözmüştüm.

Fakat, bundan dolayı MUTLU OLAMIYORDUM.

Olanlardan Yong Gun amcayı haberdar etmediğim için içim içimi yiyordu ama onu bu aralar çok sık rahatsız etmiştim, koskoca doktorun tek derdi ben değildim.

Bugün grubun kısa bir şovu vardı, Çin'den bir kanal onları çekmeye geliyordu ve tabii ki başrol bendim.

Brian haricinde her şey normaldi aslında, onu görmeden işlerimi tamamlasam hiçbir sıkıntı çıkmayacağından adım gibi emindim.

Onun her bakışında artık suçluluk hissedecek, kendimi daha da zorlayacaktım.

Kendimi tanıyordum her şeyi hatırlayana dek bu suçluluk duygusu peşimi bırakmayacaktı.

Kapıdan sakince içeri girdikten sonra etrafı kolaçan etme çabalarım asansöre bininceye dek devam etmişti.

Çıkmam gereken kata vardığımda etraf çok sessizdi ve bu beni daha çok germişti.

Kapının birinden sesler yükselmeye başladı, birinin Brian'a ait olduğunu tahmin ettiğim diğerininse yaşça daha büyük bir erkeğe ait olduğunu düşündüğüm sesler bir baba oğlun kavga edişini çağrıştırmıştı bana..

A-ha! Baba ve oğul.
Brian ve müdür yardımcısı.

Sanırım gitmem gerekiyordu, adımlarımı koridorun en uzak köşesinde bulunan odaya doğru hızlandırdığımda kapıdan bir çarpma sesi gelmişti.

Arkamı dönmemem konusunda kendimi sürekli telkin ederken arkamdan gelen bir el omzumdan tutup beni yakaladı.

Bu kadar hızlı olamazdı ama..

"Yanlış yöne gidiyorsun!"

Ne dünkü halinden ne de yağmurlu günden eser yoktu.

Young Kıl beyde değişen tek şey kesilmeyi unutulmuş sakallarıydı.

Böyleyken daha erkeksi görünüyordu.

"Bu kat da yanlış kat! Allah aşkına şu dünyada doğru yaptığın ne var Melissa!?"

Onu anlayabiliyordum, babasıyla ettiği kavganın sinirini benden çıkarıyordu.

Belki de geçen birkaç yılın acısını çıkarıyordu, bu daha muhtemeldi.

Onu anlayabiliyordum fakat ben şu an o aşık kız Melissa değildim, evet ondan hoşlanmaya başlamış olabilirdim ama kat etmem gereken onca yol vardı.

Sürekli bana çocuk azarlar gibi davranması sinirimi bozuyordu.

Ona tek kelime etmeden merdivenlerden aşağı inmeye başladım, bir şey deseydim eğer ikimiz de kırılırdık ve ben artık onu kırmak istemiyordum.

Aynı şekilde kırılmak da!..









***

"Bugün harika iş çıkardınız! Özellikle Melissa, sen çok çok çok hızlıydın!"

Program bitiminde patronumun beni böylesine övmesi gururumu okşamıştı.

Tam teşekkür edeceğim sırada kadife bey lafı ağzıma tıkıp harika bir fikir sundu.

"Bizi yemeğe götürün ve bunu kutlayalım! İlk defa bir Çin kanalına çıkıyoruz ve bu Mel'in resmi olarak işe başladıktan sonraki ilk işi!! Kutlamamız gerek."

Patronumun keyfi oldukça yerinde olduğundan dolayı hemencecik kabul etti, benim birkaç reddetme girişimimi de geri çevirip küçük bir lokantaya gideceğimizi ve rahat olmam gerektiğini tembihledi.

İçim zaten rahat değilken bir de Day6'in siyah minibüsünde yolculuk yapıyor olmak beni iyiden iyiye sıkıntıya sokmuştu.

Dowoon ve kadife ses kendi aralarında taş kağıt makas oynuyor, kimin daha fazla soju içeceğine karar veriyorlardı.

Sungjin, Yong Gun amca olayından sonra benimle yüz göz olmuyordu. Onunla daha sonra ilgilenecektim.

Jae, çoktan uykuya dalmıştı. Oraya gidince çokca yiyip içebilmek için enerji topladığına bahse girebilirdim.

Brian, kulaklığını takmış dışarıyı seyrediyordu.

Derin düşüncelere saplanmış gibi gözüküyordu, keşke onu oradan çıkarabilecek güç bende olsaydı..

Geldiğimiz yer gerçekten küçük ve samimi bir yerdi.

Gelmemizin üstünden on dakika geçmeden masamız donatılmış sojular açılmaya başlanmıştı.

İlerleyen vakitlerde hemen hemen herkes çakırkeyf olmaya başlamış bense aksine ağzıma bir damla soju almamıştım.

Ağzını yaya yaya konuşmaya başlayan  ilk kişi patronum olmuştu.

"Melissssssssa! Ne var biliyor musun? Gençssssin-"

Bu cümlenin nereye gittiğini bilmiyordum.

"Güzelsssssssin! Yanlış anlama ssseni kızım olarak görüyorum. SSadece bu yıl yeni mezun olmuş bir yeğenim var eğer görücü ussulüne karşı değilssen sseni onunla tanıştırmak isssterim. Bildiğim kadarıyla erkek arkadaşın yok."

Ağzım
açık
kalmıştı.

Buna ne denirdi ki şimdi?

İstemsizce bakışlarımı Brian'a çevirdim.

O an onun da içmemiş olduğunu fark edip kendi kendime küfrettim.

İçmiş olsaydı eğer her şey daha kolay olabilirdi.

Haydi cevap ver, dercesine bakıyordu bana.

Bir yanım onu kızdırmak için evet demek istiyor diğer yanımsa bardağın ne kadarının dolduğunu bilmeden kışkırtmamın doğru olmadığını söylüyordu.

Pil bir anda söze girip "Onun erkek arkadaşının olup olmadığını bilmiyoruz ki.." diyiverdi.

Önce beni kurtarmaya çalıştığını düşünsem de daha sonra beni bataklığın dibine çektiğini fark ettim.

Yanlış sularda yüzüyorsun Pil.

"Aa tatlı yememişiz ben hemen tatlı siparişi verip geliyorum!"

Yanlarından ayrılırken arkamdan Brian'ın geldiğini bilmiyordum.

Kasaya vardığımda derin bir oh çekmiştim ki Brian'ın önüme geçmesiyle bir oh çekmek için ne kadar erken olduğunu fark ettim.

"N..Ne.. Neden geldin ki sen?"

Kekeleye kekeleye kurduğum cümlem acizliğimin somut bir göstergesiydi.

"Tatlı siparişi vermeye geldim tabii ki!"

Tabii ya, başka ne için olabilirdi...

"Şu erkek arkadaş mevzusu..canımı sıkıyorsun. Bir an önce ortadan kaybolman için dua ediyorum."

Gözlerime gelen yaşları geri itiyordum.
Bu cümleleri ona benim söylettiğime inanamıyordum.

Bana 'ortadan kaybol' demişti, şimdiyse elindeki tatlıyı sömürmekle meşguldü.

İçinde bana dair hiç mi bir şey kalmamıştı, cidden merak ediyordum.

Nasıl bu kadar kötü bir insana dönüştüğümü de..

Lost of Memory Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin