Part veintiseis

76 8 64
                                    

"Ben çok özür dilerim.. Şimdi, sözümü kesmeden sadece beni dinle. Ben... Yaklaşık üç yıl kadar önce kaza geçirdim ve komaya girdim. Ancak iki buçuk sene sonra uyanabildim ve uyandığımda da hafızamın bir kısmı yoktu. Yani seninle tekrardan tanışmam falan tesadüftü tamamen. Bak, önceden neler yaşadığımızı çok net hatırlayamasam da bunun için çabalıyorum tamam mı? O yüzden lütfen bana kızma ve.. Ve-"

Evet ne diyeceksiniz Melissa hanım..?

Beni affet mi?
Beni tekrar sev mi?

Ne diyebilirdin ki..? Koca bir üç noktadan başka?

Konuşmamı tamamlayamadan aynanın karşısından çekildim, bu yaptığım otuzuncu provaydı ve ben her seferinde aynı yerde takılıyordum.

O günkü olaydan sonra ona her şeyi açıklamaya karar vermiştim.

Bunu yapmaya hakkım yoktu, ona daha fazla acı vermekten başka yaptığım bir şey yoktu.

Fakat her şeye rağmen bana sahip çıkmaya devam etmesi hoşuma gidiyordu, bana kızsa dahi her yaramın merhemi olmaya devam etmesi gerçekten hoşuma gidiyordu.

Artık düşünceleri kenara atıp uygulamaya dönüştürme vaktiydi ve tabii bir de işe tekrar tekrar geç kalmamak için bir an önce evden de çıkmam gerekiyordu.

Aslında dünkü duygu karmaşasından sonra bugün nasıl iş yapacağım konusunda bir fikrim yoktu, hoş olsa da hayata geçirebilir miydim.. Orası meçhuldü.

Kapıya gelmişti, yine yeniden beni en dağınık halimde bulup toplamıştı.

Artık ermiş olduğuna inanmama yetecek kadar delilim vardı.

Hissediyordu, bir şekilde duygu durumumu hissediyor ve kötü bir şey olduğunu sezinlediği anda da dibimde bitiyordu.

Önceleri bunu her ne kadar sinir bozucu bulsam da artık sürekli başım derde girsin diye dua eder hale gelmiştim.

Sarıldığım zaman hiç sesini çıkarmadan sakinleşmemi beklemişti.

Usulca geri çekildiğimde de yüzümün halini görüp korkmak yerine elleriyle gözyaşlarımı silmeyi tercih etmişti.

Fakat ona karşı o kadar suçlulukla doluydum ki o sildikçe ben yenilerini ekliyordum.

Bana iyi davranması da vicdanımı sızlatıyordu.

Hiçbir şekilde tam olarak rahata eremiyordum.

"Ben sadece... Çocuklar bana.. Senin ateşler içinde- her neyse! Of, neden geldiğimi bilmiyorum, tamam mı? Ama iyi ki gelmişim, şu haline bak!"

Yavaşça beni ve kendisini içeriye çekmişti.

Daha önceden de dediğim gibi kırk yıllık tanışıklığımız varmışcasına rahattı.

O rahatken ben de rahattım.

Birden laptopun açık olduğu aklıma gelince koşturup onu kapatmıştım ki bu daha çok şüpheye sebep olmuştu, muhtemelen.

Ama hiçbir şey sormadı, sadece yanımda durdu.

Öylece beni bekledi, ben ağlamayı kesene dek ordaydı.

Tek kelime etmese de çok fazla şey söylemek ister gibi bir hali vardı.

Üzgündüm, şimdi olmazdı.

Ve sonra..
İyi olduğumdan emin olduktan sonra gitmişti.

İşte asıl korkum bugündü.

Dün hiçbir şey konuşmadığımız için bugüne çok fazla şey birikmişti ve ben hiçbirini anlatmak için hazır değildim.

Bu durum gittikçe can sıkıcı olmaya başlamıştı.










***

Şirkete varır varmaz önümde beliren Pil gayet heyecanlı bir şekilde,
"Melissa! Seni bulduğum iyi oldu, toplantı salonuna gitmen gerekiyormuş. Patron seni bekliyor."  deyip çekip gitmişti.

Beni bilgilendirdiği için Wonpil'e teşekkür dahi edemedikten sonra nedenini sorgulamadan toplantı salonuna gittim.

Nedenini sorgulamam gerekiyordu, biz hiçbir toplantımızı orada yapmamıştık ve şimdi birdenbire böyle bir olay kafa karışıklığı yaratmalıydı, ancak kafam o kadar doluydu ki bunların hiçbirini düşünmeden toplantı salonuna varmıştım bile.

İşte, o zaman nasıl büyük bir hata yaptığımı anladım.

Sorgulamanın önemine ve Wonpil'e inanılmaması gerektiğinin orada  farkına vardım.

Toplantı odasında sadece Brian vardı ve sanırım o da benim gibi tuzağa düşürülmüştü.

Bu tuzaklar aşırı anlamsızdı.

Aramızda herhangi bir elektriklenme dahi yoktu ki bizi birbirimize ayarlamaya falan çalışsınlardı.

Ya da daha önceden beni tanıyorlardıysa madem.. Ne diye şimdi harekete geçmişlerdi?

Önce bu sorularıma cevap bulmak zorundaydım ki Brian'a dönebileyim..

"Sen.. Senin ne iş-"

"Nasılsın?"

Bu planı benim yaptığımı sanmasın
diye önce davranmştım fakat yine sözümü kesmişti.

"İyiyim." dedim usulca.

Sesimi sadece kendimin duyduğundan fazlasıyla emindim.

"Şey.. Sanırım, bi' yanlış anlaşılma oldu. Patron burada olacak denmişti bana ama..?"

Lütfen bu planın bana ait olmadığını düşünsün.

Lütfen.

"Bana da öyle denmişti. Sanırım gelmeyecek ve sanırım.. kandırıldık."

Bunu bu kadar çabuk anlamış olman.. takdire şayandı, doğrusu.

Ne konuşmam gerektiğini bilmiyordum, tıkanmıştım.

Sanırım artık çıkmam gerekiyordu ama bu odayı terk etmek istemiyordum.

Büyük ihtimalle sabah provasını yaptığım şeyleri gerçeğe döküp rahatlamak istiyordum zira bu vicdan azabı beni süründürecekti.

"Brian dinle!"

Benim için de beklenmedik olmuştu.

Ona ilk defa Brian diye sesleniyordum ve bunun yanlış bir yere gitmemesi için dua ediyordum.

Devam edip etmeme konusunda çok kararsızdım.

Ya şimdi ya hiç gibi saçma şeyler geliyordu aklıma ama bunun beni teşviklemesi ne kadar doğruydu emin olamıyordum.

Yavaşça oturduğu yerden ayağa kalkarken yüzü çok ciddiydi ve ben onun bu ifadesine baka baka konuşmayı becerebilecek miydim..?

Hiç sanmıyordum.

"Efendim, yalnız vaktim kısıtlı. Provaya yetişmem gerek."

Gittikçe kapıya, dolayısıyla bana yaklaşıyordu.

"Söyleyeceklerim bekleyebilir, sen geç kalma!"

Cümlem biter bitmez, bunu beklercesine salondan çıkmıştı.

Onun gitmesiyle birlikte ben de elimdeki son fırsatı da teptiğim için kendimle gurur duymakla meşguldüm.

Ne ara bu kadar hızlı karar değiştirir olmuştum, anlam veremiyordum.

Yalnız şu an için verdiğim çok net bir karar vardı o da Wonpil'i bulup hesap sormaktı.

Dün geceden sonra Brian'la bu şekilde yüzleşmek benim için yeterince zordu ve bu durumun mimarını tebrik etmek istiyordum, haliyle.

Lost of Memory Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin