"Ben tedaviyi bitirme kararı aldım Yong Gun amca. Sanırım artık buraya gelmek için herhangi bir sebebim kalmadı. Senin de bunu anlayışla karşılayacağını umuyorum. Kendine iyi bak! Seni yine arar halini hatrını sorarım merak etme."
Fazlasıyla şaşkın bakışlarını üzerimden çekmesine izin vermeden odadan ayrılmıştım.
Akmasına müsaade etmediğim gözyaşlarım beni fazlasıyla zorlarken yapmıştım konuşmamı.
Zaten..
Daha fazla o odada kalmam demek, vedalaşma safhasını asla bitiremeyip gözyaşlarına boğulmam anlamına geliyordu ki bu verdiğim kararların akıbetini tamamen değiştirirdi.
Yol haritamı çizdikten sonra sırf biri için onu değiştirmeyeceğimin sözünü vermiştim kendime.
Bu kişi Yong Gun amca olsa bile.
Bu kararı, nasıl aldığımı soracak olursanız eğer..
Sanırım her şey o ilklerin yaşandığı görüntülerden sonra oldu.
Bir anda kendimi aslında hiç olmamam gereken bir yerde buldum.
Daha doğrusu bunun daha yeni farkına vardım.
Birinin canını yaktıktan sonra tam karşısında dikilip ben iyiyim naraları attığımı fark ettim.
Kendimi onun gözüne sokup sanki yaptığım hiçbir şeyden pişman değilmişim gibi davrandığımı fark ettim, her ne kadar hatırlayamasam da..
Kendime olan son saygımı da kaybetmemek adına bu zorlu kararı verdim işte.
Annemin memleketi olan Türkiye'ye gidecek yepyeni bir hayat kuracaktım kendime.
İkinci kez.
Bu klişe kararı vermek oldukça zorken bir de buna vedalaşmaları ekleyemezdim.
Kısa ve öz bir konuşma gayet yeterliydi.
Şimdi sıra Xie Ji'deydi.
Onunla her ne kadar az bir vakit geçirmiş olsak da hayatımda bir iz edinmişti.
O benim ikinci hayatımın ilk arkadaşıydı.
***
"Evet söyle bakalım, neymiş bu kadar acil olan şey?"
Yüzünde ışık saçan bir gülümseme varken 'Ben gidiyorum' demek ne kadar kolay olabilirdi ki..?
Yutkundum.
Sanki bu ayrılık Yong Gun amcadan daha çok can yakacak gibiydi, hukukumuz daha yenilere dayansa dahi..
Önümde duran sudan bir yudum aldıktan sonra nihayet konuşmaya başlayabilmiştim.
Az çok olaylara hakimdi; Yong Gun amcadan sonra hakkımda her şeyi bilen, bilmesine izin verdiğim ikinci ve en önemli kişiydi.
Her daim arkamda olduğunu bildiğim üçüncü kişiydi.
İlk iki sırayı Yong Gun amcama ve Brian'a ayırmıştım.
"Ben.. Ben gidiyorum Xie Ji."
Bir çırpıda söyleyip kurtulmuştum işte.
Ya da kurtulduğumu sanmıştım.
"İyi güzel, nereye? Kaç günlük bu gezi? Ve benim neden en son haberim oluyor!? Beraber gitseydik?"
Sanırım derdimi tam olarak anlatamamıştım.
Suyumdan bir yudum daha alıp, zira bu beni şu an için rahatlatan tek şeydi, konuşmaya devam ettim.
"Öyle değil Xie Ji. Ben temelli gidiyorum. Türkiye'ye gidiyorum."
Bu sefer daha yavaş ve sakin konuşmuştum, acele edince neler olduğunu görmüştüm çünkü.
Önce bir iki öksürdü, sonra doğru duyup duymadığını teyit etti.
Her şey bitince de cevaplamaya girişti.
"Ben doğru mu duydum!? Sen! Gideceğini söylüyorsun hem de birdenbire? Kendine gel lütfen Melissa! Akla mantığa sığıyor mu bu söylediğin şey?"
Onu çok iyi anlıyordum.
Onu nasıl afallattığımı çok iyi görüyordum."Durum bu. Ben çok düşündüm Xie Ji. Olmayacak böyle. Yapamıyorum. En iyis-"
En iyisi kaçmak öyle mi, diyerek birden sözümü kesti.
"En iyisi kaçmak ve kendine temiz (!) bir sayfa açacağına inanmak?? Daha doğrusu kendini buna inandırmak..?"
Haklıydı.
Yaptığım şeyin adı tam olarak kaçmaktı."Bunca zarara yol açtığını söylüyorsun ve bundan dolayı pişmanlık duyuyorsun ki bunu hiçbir şey hatırlamayan kendinle yapıyorsun... Melissa, Tanrı aşkına!
Kafan yerinde mi senin?"Bu kelimelerin her birine birden fazla anlam yüklemişti.
Ve bunları ardı ardına söylemesi bir anda çok ağır gelmişti.
Kesinlikle haklıydı.
Kaçıyordum; yaptığım şeyin arkasında durmaktansa bir korkak gibi kaçıyor, onu ve kendimi kaderimize razı kılıyordum.Ama işin aslı şuydu ki, bu olanlar kader değildi.
Bu kaderi ben uydurmuş şimdi de uydurduğum kaderin içine doğru hapsoluyordum.Elimi tuttu ve devam etti, "Bak arkadaşım, evet şunun şurasında daha birkaç haftalık arkadaşız ama şunu bil ki seni tanıdığım günden beri seni hep savaşan biri olarak gördüm. Gerek doktora gitmendeki istikrar gerek çalışma azmin ki bunu Young K ile bir arada yapıyorsun bu da işleri daha değerli daha zor bir hale getiriyor, bunların hepsi seni savaşçı kimliğine büründürmüşken... Şimdi, bu dediklerin.. Bunları sen söylemiyorsun da birisi sana dublaj yapıyor gibi..? Anlatabildim mi?"
O kadar iyi anlatmıştı ki..
Beni kendime getirecek kadar iyi bir anlatıştı.
Gerçekten de ne yapıyordum böyle?
Çok düşündüm derken acaba çok düşünmekle mantıklı düşünmek arasındaki farkı yok falan mı sayıyordum..?
Kendimde miydim cidden?
Her şeyi bırakıp kaçmak tamamıyla kolayıma gelmiyor muydu, ne diye bunu her şeyi yoluna sokmak olarak adlandırıyordum ki..
Benim yaptığım şey sadece verdiğim acıları görmemek için saklanmaktı.
Özür dilerim Brian.
Seni yalnız bırakıp çekip gitmeyi nasıl da düşünebildim böyle?
Hemen yerimden kalkıp Xie Ji'ye sarıldım, beni tokatlasa bu kadar etki edemezdi sanırım.
Ona onlarca kez teşekkür ettikten sonra hızlıca kafeden ayrıldım.
Soru sormasına bile müsaade edecek fırsatı vermedim ona.
O da sormadı.
Nereye gittiğimi çok iyi biliyordu zaten.
Koştur koştur nereye gittiğime adı kadar emindi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lost of Memory
FanfictionKusursuzca tasarlanmış düzeni asla bozamazsınız ve eğer kader diye bir şey varsa o işte tam burda! Bu noktadan itibaren sizi kaderin zalım ağlarıyla yalnız bırakacağım. Melissa da dahil kimse ne olup biteceğini bilmeyecek ya da Brian bilse de engel...