"Senin burda ne işin var!?"
Brian'ı görmeyi beklemediğim için böyle boş bir tepki vermiştim doğal olarak.
"Şey, sadece seni görmek istemiştim. Yanlış hatırlamıyorsam burada dil eğitimi aldığını söylemiştin laf arasında."
Saçlarıyla oynayarak kurduğu cümle beni daha da şaşırtmıştı.
Laf arasında geçen bir şeyi, tamı tamına iki hafta sonra hatırlayıp beni bulmak için çaba harcaması hoş bir jestti elbet.
"Ben de tam çıkmak üzereydim. Dışarda devam etsek?"
Eğitim ile arkadaşlığı karıştırmamalıydım, tabi ki.
Olur, dedikten sonra ikimiz de asansöre binmiş ve yol boyunca tek kelime dahi etmeden dışarıya çıkmayı başarmıştık.
Hastane geçmişimiz dışında hiç tanımadığım bir insanla yanyanayken ne konuşmam gerektiğine dair bi' fikrim yoktu.
Konuşmayı başlatması gereken kişi oydu.
Nereye gittiğimizi bilmeden yavaşça yürürken ne düşündüğümü duymuşçasına birden söze girdi.
"Öncelikle, sana teşekkür etmem gerektiğini düşündüm. Evet birçok kez ettim, biliyorum ama kuru bir teşekkür pek benim tarzım değildir. O yüzden eğer kabul edersen sana bi' yemek ısmarlasam? Tamam biliyorum karşılığı olamaz ama yine de kabul etmeni çok isterim."
O kadar nazik ve ikna edici konuşuyordu ki onu reddetmem imkansız gibi görünüyordu.
Diğer yandan, hiç tanımadığım bir insanla yemeğe çıkma fikri kulağa biraz tuhaf geliyordu.
Pekala, dedim.
Bu kadar çaba sarf etmişken onu yarı yolda bırakmam pek yakışı kalmazdı.
Yürümeye kaldığımız yerden devam ederken küçük bir de sohbete başlamıştık.
Tatlı tatlı esen rüzgarla birlikte, hiç tanımadığım adamın biriyle başka alemlere yolculuğa çıkıyordum.
Umarım, güvenmekle hata yapmamıştım.
***
Ne yiyeceğimize zar zor karar verdikten sonra nihayet sohbetimize geri dönebilmiştik.
"Nerde kalmıştık? Aa doğru annenin Türk olduğunu söylemiştin."
Evet, hangi boşboğazlığıma geldiyse onu da aradan çıkarmıştım. E artık fazla da bir şey kalmadığına göre her an evlenmemiz mümkündü.
"Evet de hep beni konuşturdun. Biraz da sen anlat, gördüğün gibi dil eğitimi alıyorum ve yarı yarıya tercüman sayılırım. Peki ya sen?"
Hızlıca gelen yemeklerimiz masaya sunulurken sorumu cevaplamaya başlamıştı.
Müzik, dedi eski sevgilisinden bahseder gibi mağrur ve sevgi dolu bir ses tonuyla.
Hala daha ona saygı duyuyor gibisinden bir tondu bu.
Ya da ben tonları karıştırmış olmalıydım.
"Müzikle uğraşıyorum, müzikle yaşıyorum da denebilir. Yeterli bir açıklama oldu bence..?"
Ne kadar açıklayıcı olduğunu tahmin bile edemezsin!
"Ben de çok severim, yani dinlemeyi. Sesim pek iyi değildir. Ama seninki baya iyi sanırım. Özgüvenle dolu gibisin."
Bu kadar rahat konuşmamın tek bir açıklaması dahi yoktu.
O utangaç Melissa'ya nolmuştu, merak ediyordum doğrusu.
"Aşırı bir iddiam yok. Sadece yaşama biçimim ve canı gönülden yapıyorum. Bu sesime de yansıyorsa eğer, ne mutlu bana."
Pek bi' mütevaziydik.
Sevmiştim.
"Senden şarkı söylemeni falan istemeyeceğim. Rahat olabilirsin."
Gergin gibi bir hali de yokken ne diye böyle demişsem.. Tam bir moron gibi davranıyordum.
"Zaten şu sıralar biraz hastayım. Malum hastaneden yeni çıktım sayılır ve çıkar çıkmaz şifayı da kaptım. Mümkün olursa başka bir zaman söylemek isterim elbet."
Bunun anlamı o zamana dek görüşmeye devam edecek olmamız falandı da benim kalın kafam mı algılamakta zorluk çekiyordu..?
Umarım, demekle yetinmiştim çünkü devamında ne denirdi ki..?
Tabaktaki etinden bir çatal daha aldıktan sonra, çillerimin bana ayrı bir hava kattığından bahsetti.
Öyle ahım şahım bir çil deryasının içinde yüzmesem de bunu fark eden sayılı kişilerdendi.
Hoşuma gitmişti.
Açık sözlü olması.
Dikkatli olması.Sonuçta sanatçı adamdı, çok da garip karşılamamak gerekti.
Onların işi zaten dikkatti.
Kendime bu tarz şeylere kanmamak adına kısa bir ihtar verdikten sonra yemeğe huzurla devam ediyordum.
Açtım, dolayısıyla da büyük bir iştahla yiyordum.
Arada bir çaktırmadan ona da göz atmayı unutmuyordum tabii.
Bir erkek için fazla marjinal duruyordu.
Sanatçı ruhu dışa taşmış yüzünden gözünden akıyordu.
Ve ben kendimi çok kötü hissediyordum.
Fazla bilgisiz ve boş.
Tabi bunlar benim hayali yakıştırmalarımdan ibaretti. Yine de.. Bana fazla gelmişti.
Ona baktığım an mükemmellik sözcüğünün sözlükten çıkıp karşımda canlanmış olabilme ihtimalini düşünüyordum.
Tamam belki biraz abartmış olabilirdim.
Hatta, sanki çocukla bir geleceğimiz olacakmış gibi kendimden emin bir şekilde düşündüğümün de farkındaydım.
Buna rağmen, böyle küçük şeyler için bile büyük düşünen bu çocuğa hayran olmamak elde değildi.
Sadece ufak bir iyilik yapmıştım ve bu yemeği hak edip etmediğimden bile emin değildim.
"Teşekkür ederim" dedim aniden.
Neden, diye sordu tabii ki.
"Bu benim teşekkür yemeğim ve senin çalmana izin veremem. Seninkini de başka bir zaman yaparız artık." diye de bitirdi.
İşte o an bu yemeğin gerçek amacını anlamıştım.
Teşekkür bir bahaneydi, benimle yakınlaşmak isteyen biri oturuyordu karşımda.
Onu arkadaştan öte görmem için hiçbir sebep yoktu ve onun da benimle aynı fikirde olduğunu hissettiğimden ona izin verdim.
Yeni bir arkadaş edinmiş olmanın verdiği güzel bir duygu vardı içimde.
Bir yandan da o duygu güzel şeyler olacağını fısıldar gibiydi, inceden inceye.
Böyle ince bir insandan da ancak böyle bir hissiyat alınabilirdi zaten.
Artık ne olup biteceğini zamanın göstermesine karar verdim.
Büyük sıkıntılar çektiğim geçmişe sünger çekmenin vakti gelmişti.
Artık benim için de özgürlük vaktiydi.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lost of Memory
FanfictionKusursuzca tasarlanmış düzeni asla bozamazsınız ve eğer kader diye bir şey varsa o işte tam burda! Bu noktadan itibaren sizi kaderin zalım ağlarıyla yalnız bırakacağım. Melissa da dahil kimse ne olup biteceğini bilmeyecek ya da Brian bilse de engel...