Selamünaleyküm sevgili okurlarım.
Bu bölümü Tufan'ın ağzından okuyacaksınız, birazda onu tanıyalım. Medyada Tufan var.
Bir sonraki heyecan dolu sahnelere şimdiden kendinizi hazır edin. 😉
Karşımdaki güzelliğe bakıp derin bir nefes aldım. Rüzgar denizi okşadıkça dalgalar şiddetini arttırıyor, sertçe kayalara çarpan dalgalar çarpmanın şiddetiyle oyun oynamak istedikleri zaman su yüzüne çıkıp havalara sıçrayan yunus balıkları gibi sıçrayarak havada süzülüyordu su tanecikleri.
Akabinde Üsküdar açıklıklarında, Salacak'ta kayalığın üstüne kurulan, sarı ışıklarla aydınlatılan Kız Kulesine kaydı gözlerim. İhtişamıyla göz boyayan bu güzelliğe baktıkça babamı anımsıyordum.
Küçükken buraya gelir tamda şimdi oturmuş olduğum banka oturup Kız Kulesini seyreder, akabinde yine ısrarlarım üzerine babama Kız Kulesinin hikayesini anlattırır, banktan yere değmeyen ayaklarımı sallarken babamın anlattıklarını zihnimde canlandırmaya çalışırdım.
Sonra gökyüzünü kaplayan ve ışıklar saçan yıldızlara bakıp hangisinin daha parlak olduğunu bulmaya çalışırdık. Kayan bir yıldız gördüğümde korkuyla babamın kolunun altına girer "ya başımıza düşerse," dediğimde babam kısa bir kahkaha atar akabinde koluyla beni daha çok sarıp böyle bir şey olamayacağını anlatırdı. Babamın beni yatıştırmasını dinlerken sinsice gülümserdim. Her seferinde aynı numarayla babama sarılır ve kolunu omuzuma dolamasını ardından beni yatıştırmasını beklerdim ve babam her seferinde aynı şefkatle sarıp sarmalardı. Belki de ona sarılmak için oyun yaptığımı bilirdi ve bu oyun onunda hoşuna gittiği için bildiğini çaktırmazdı.
Oturduğum banka sırtımı yaslayıp başımı gökyüzüne kaldırıp yıldızları seyre daldım. Gökyüzünde en parlak yıldızı bulmak için gezindi gözlerim, küçük ve en parlak yıldızda son buldu arayışım. Elimi hafifçe kaldırıp küçük yıldızı işaret ettim.
"Bak baba en parlak olan yıldız bu. Tıpkı senin gibi."
İşaret ettiğim yıldız gökyüzünden kayıp giderken gözyaşlarımda yanaklarımdan kaymaya başladı. Babam bu parlak yıldız gibi hayatıma ışık tutardı, ve ben o yıldızı kendi ellerimle kaydırdım. Birbiri ardına yanaklarımdan kayıp giden gözyaşlarımı silme gereği duymadan bir kez daha korkak bir tecessüs gibi tarumar ettim gökyüzünü; yine en parlak yıldızı bulacaktım ve yine gözlerimin önünde kayıp gidişini izleyecektim.
Vakit şafak vaktini bulmuş, güneş yavaştan kendini göstermeye başlayıp denizin üstüne kızıllığını yansıtmıştı. Rengi açık maviye dönmeye başlayan gökyüzü denizle aynı renge geldiğinde güneşin kızıl ışıkları ikisini birbirinden ayıran bir ayrıntı gibi duruyordu. Güneşin doğuşuyla geceleri mesken tuttuğum, kendimi babama yakın hissettiğim bu yerden ayrılma vaktiydi.
Yavaşça yerimden doğrulup arabama doğru yürürken babama duyduğum özlemimi, sevgimi ve ölümüne sebep olan pişmanlığımı geceleri çıkartmak üzere içime hapsettim. Gün doğduğu vakit babamın ölümüne sebep olan herkesin bir daha gün doğumunu görmemeleri için ant içiyor, intikamım alevleniyor ve beni güçlü tutuyordu.
Arabama binip kontağı çalıştıracağım sıra gözüm yan koltukta duran pakete takıldı. Ünal'ın yanından ayrılıp restorandan çıktığımda yolumun üstündeki bir mağazanın cam vitrininde zümrüt yeşili elbiseyi görünce arabayı durdurmuştum. Kapalı bir bayanın giymesi için tasarlanan bu elbise oldukça şıktı. Rengi ise aklıma restoranda karşılaştığım kadını hatırlatmıştı. Bu elbise güzel gözlü kadına çok yakışırdı. Bu fikir zihnime dolarken arabayı park edip mağazaya girip elbiseyi almıştım. Acaba niye ağlıyordu? Zümrüt gözlüyü kim üzmüştü? Hayatımda ilk kez gördüğüm fakat aklımdan çıkaramadığım kadının neden ağladığıyla ilgili kendimce teoriler üreterek babamın evinin yolunu tutmuştum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PEYGAMBER ÇİÇEĞİ ~Düzenleniyor~
Espiritual♡AŞK VE MACERA ROMANI.♡ Aşkı yaşamaya, yanmaya, kalbinizi mühürlemeye hazır mısınız? Onların aşklarına sadece sevdikleri değil; gecenin sessizliği, gözyaşlarının ıssızlığı, koca bir kalabalığın içinde kalmış yalnızlık şahit olmuştu. Eğer gözyaşları...