İşlerini halletmek üzere arz kabul salonundan ayrıldı. Kısa bir süre zarfında koridoru geçti ve büyük bir kapının eşiğine geldi. Kapıdaki iki koruma onu meraklı bakışlarla süzdü. Obelisk, onlara aldırış etmeden büyük tokmağı ileri çekerek bıraktı. İçeriden ses gelmedi. Tekrar denedi ve tokmağı var gücüyle vurdu büyük kapıya. Bu sefer işe yaradı ve kısa bir sürenin ardından kapı açıldı.
Dünyanın yükünü sırtında taşıyormuşçasına iki büklüm, yer yer kırlaşmış sakalları yüzünün zayıflığını gizleyen sakalı ve hayata meydan okurcasına yuvasına sıkıştırılmış iki vahşi hayvana benzeyen gözleriyle etrafı süzen orta yaşlı bir adam çıktı karşısına. Etrafı buza kesen bakışları kışın soğuğunda esen rüzgârı andırıyordu. Yenilginin sıcağı ağzında yeni kaybolmuş biri gibi moralsizdi ve Komutan, Vezir'i sandığından daha kötü gördü. Onu bu hale getiren hastalığın nedeni uzun yılların ta kendisiydi. Seneler üzerine ağır bir yük gibi binmiş ve onu iyice yaşlandırmıştı.
Obelisk, Vezir'in haline acımış olacak ki onu fazla ayakta bekletmek istemedi ve içeriye aheste adımlarla girdi. Oda tıklım tıklım dolu olmasına karşın Obelisk, masanın yerini tespit etti. Üzerinden bir kadeh aldı ve içine su döktü. Komutan suyunu yudumlarken Vezir ise bir yandan hazırlanmaya başladı. Vezir, Komutan'ın neden geldiğini sorgulamadı lakin Obelisk'e rahatsız olduğunu her halinden belli etti.
Komutan masaya yaslandı ve ''Katliam... Neden istemiyorsun?'' diye sordu masumca. Vezir bu soruya cevap verme gayretine bile girmedi, gözlerini pencereye çevirdi ve ellerini arkasında birleştirdi. Artık entrikalardan sıkılmıştı ve Obelisk'i başından savmak için ''Başka bir şey yoksa gidebilirsin,'' diye uyardı. Hâlbuki Obelisk, Vezir ile barış yapmak niyetindeydi. Başka bir yoldan ilerlemesinin vakti gelmişti. Yutkunduktan sonra ''Ya bizimle ol ya da yan!'' diye bağırdı. Vezir'in sesi çıkmıyordu. ''Başka şansın yok,'' diye devam etti Obelisk. Vezir, yine bir şey söylemedi. Uzun bir aradan sonra kapıdaki muhafızlara ''Obelisk'e odasına kadar eşlik edin,'' diye seslendi.
Komutan, Vezir'e yapmacık bir şekilde el salladı ve kendi odasının yolunu tuttu. Obelisk'in odası Firavun'un odasına uzak olduğu için nispeten yürümesi gerekiyordu. En başından beri Vezir'in odasını kendisine istemişti çünkü Vezir'in odasıyla Firavun'un odasının arası elli metre kadar uzaklıktaydı ve bu da Firavun ile daha rahat görüşmek anlamına geliyordu. Daha doğrusu Firavun'a yakın olan bir kişinin konseyde mertebe sahibi olması daha kolaydı hem de Firavun'a yakınlık derecesi saraydaki rütbeyi ortaya koyuyordu.
Bu yüzden Obelisk'in sarayda Ameni'den başka anlaşamadığı biri varsa o da... Vezir de mertebe olarak Komutan'dan rütbeliydi ve bu Obelisk için her zaman sorun teşkil edecekti. Ayrıca Vezir, çok onurlu ve namuslu biriydi, tıpkı Ameni gibi... Ne yaparsa yapsın Vezir ile Ameni'yi satın alamayacaktı. Onlar para karşısında asla boyun bükmezlerdi ama bir şekilde Vezir'i kendi tarafına geçirmek için elinden geleni yapacak ve Ameni'yi kurulda tek başına bırakacaktı. Vezir'i ele geçiren, Firavun'a hükmederdi. Böylece Firavun'u Kıptiler ile beraber istedikleri gibi yönetebileceklerdi. Asıl amacı buydu. Kıptiler onu bu göreve boşuna getirmemişlerdi.
Odasına girdiği gibi hemen üzerindeki zırhı çıkardı ve vücudundaki fazla ağırlıktan kurtuldu. İçeride yanan mum ışığına yönelen yaşlı Obelisk, yumuşacık bir üfürmeyle mumu söndürdü. Mumdan çıkan dumanın kokusu tüm odayı sardı. İpek kıyafeti ile yatağına uzandı. Yaşının verdiği yorgunlukla geçmişe yolculuk yapmak için kapadı gözlerini.
Ziyadesiyle uyudu ve kapının çaldığını zar zor duyabildi. İlk başta kapıyı açmamayı düşündü ve onu rahatsız edene ağır hakaretler yağdırmak istedi ama sonra nedense sıcak yatağından koptu, kapıyı açtı. Karşısında bekleyen çelimsiz asker nicedir yolunu gözlediği mektubu getirmişti. Artık tekrar uyuyamayacağını anladı ve mektubu getiren askere teşekkür bile etmeden kapıyı kapattı. Yatağının kenarına oturdu ve mektubu okudu.
Bennu, aslanı ininden çıkardığını iletiyordu. Yani kraliçe saray dönüyordu. Hatta Bennu da ona yolculuk boyunca eşlik edecek zamanı gelince de kraliçenin işini bitirecekti. En güzel yanı da bütün suç İsrailoğulları'na yıkılacaktı. Obelisk yine de rahat değildi. İçini kemiren bir şeyler vardı. İstemsizce tırnaklarını yiyordu.
Tam o esnada kapı yeniden çaldı. Bu sefer kapıda başka bir asker bekliyordu. Asker, Obelisk'i iyi görmemiş olacak ki ''Efendim iyi misiniz?'' diye sordu. Komutan homurtu çıkararak başını iyiyim manasında salladı ve ardından askere ''Ne var?'' diye sordu. Asker ''Efendim, katliam...'' dedi yarım yamalak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gül Yangını | Musa'nın Direnişi
Historical Fiction*Gül Yangını'nın dördüncü kitabına dahil edilecektir. ''Yaşlanmış ama bir o kadar da kuvvetli adam halkına doğru baktı. Binlerce kişi ona sadece 'Yapamazsın!' diyordu. Sonra bakışlarını diğer tarafa çevirdi. Korkutucu bir deniz gördü. O da aynı şeyl...