Hazırlıklar tamamlandı. Askerler, Seyis'den gelen emirleri dinlemek için yerlerini aldı ve artık savaşa hazırlardı. Seyis, bu meydanı büyük bir fırtınanın silip süpüreceğini biliyordu ama bunlara engel olmak için hiçbir yetkisi yoktu. Başını önüne eğdi, iki damla yaş süzüldü gözlerinden yanaklarına. Sonra yere düştü küçük damlalar. Pişmanlığının bir ifadesiydi bu.
Aklı onu sekiz yıl öncesine götürdü ve anı denizine fırlattı. Artık büyük bir hata yaptığını iliklerine kadar hissedebiliyordu ama zamanı geriye alabilmek gibi bir lüksü yoktu.
Pelerinini başına attı, amacı gizlenmek değil, anılarından kurtulmaktı. Her gün ama her gün kraliçenin kararlı bakışı, Maşita'nın acı çekişen hali ve Vezir'in o masum suratı gözünün önüne geliyordu. Bir türlü bunları kafasından çıkartamadı.
İşte koca adamın ağlaması bu yüzdendi. Belki de onların ölmesini engelleseydi, Karun'dan emir almayacaktı. Anlaşılan herkes cezasını çekti. Her zaman bir kötülük bir iyilik ile karşılık buluyordu. Kendisi gibi kötüler kazandığını iddia etseler de kaybedenlerin kendileri olduğunu bilmiyorlardı.
Öksürdü, aslında bu saldırı için verilen bir emirdi. Askerlerinin meydandaki kalabalığın arasına karışmasını seyretti ve ardından kendisi de kalabalığın derbendinden ilerleyerek konuşma yapacak olan Zaim'e doğru yaklaştı.
Biraz zaman geçti, kalabalık sustu ve en sonunda Zaim, bir güneş gibi doğdu meydana. Yanındaki korumasıyla gizem katıyordu etrafına. Kalabalığın üzerinde uçan bir kuş misali süzüldü, giysisi gerçek fikirlerini gölgeliyor gibi gözükse de o da aynı yerden geliyordu. Halkın arasından, İsrailoğulları soyundan... Zaim, pelerinini başından çıkardı ama arkasındaki koruma, bir taş gibi sabitti. İşte o an, Seyis elini kaldırdı ama bekledi harekete geçmek için. Birkaç konuşma ve gürültüden sonra Zaim'in sesi kalabalığın içinde yankılanırken kokladı güzel havayı.
İşin açıkçası Seyis bile bu konuşmadan etkilenmişti. Sanki Zaim'in büyüsüne kapılmışçasına onu dinledi ve neredeyse buraya neden geldiğini unuttu, unutacaktı. Ona vazifesini hatırlatan, kolundan dokunan bir asker oldu. Seyis, askerin kulağına eğilerek harekete geçmelerini emretti.
Ve hemen ardından plan güç kazandı. Seyis'in askerlerinden biri kalabalığın içinden bağırarak Zaim'in konuşmasını böldü. Ufacık başlayan tartışma masum gibi görünse de büyük bir muharebeye döndü. Karmaşa her tarafa sıçradı ve askerler ortaya çıktı. Zaim, halkı sakinleştirmeye çalışsa da işe yaramadı. Askerler savaşa hazırlanmak için kılıçlarını çekti ve her şey yavaşladı.
Seyis'in adamları kalabalığı dağıtmaya uğraşırken Seyis de bir yandan Zaim'i ve Gizemli Kadın'ı canlı olarak istediğini bağırıyordu. Zaim'in korumaları askerlerin üzerine atıldı ve kılıçlar havada savruldu. Uçan kafalar, yere düşen cesetler birbirini kovaladı.
Seyis, bir yandan göğsüne gelen hamleyi savuştururken diğer yandan kendisine saldıran başka adama omuz attı. Kılıcını alttan savurarak iki kişiyi yere serdi ve tam yerde yatan yaralı askerini birisi öldürecekken onu da kurtardı. Kılıcını ustalıkla kullandı ve ardı sıra gelen darbeleri kolayca savuşturdu. Bir korumanın boğazını tek hamlede kesti ve kanını etrafa fışkırttı. Diğer korumaları de yenmek onun için zor olmadı ve hedefine kısa sürede yaklaştı.
Zaim ve Gizemli Kadın'ın arkasından koşarak onları yakaladı en nihayetinde ve etrafındaki korumaları tek hareketiyle yere devirdi. Zaim'e bir kere vurdu ve onu yere düşürdü. Üzerine atlayan Gizemli Kadın'ı da beş metre kadar ileriye fırlatmasıyla ilan etti galibiyetini. Ağzındaki kanı tükürdü ve elinin tersiyle sildi koca dudaklarını. Kılıcını sertçe kavradı ve Zaim'i öldürmek için savurdu ama kılıç hedefini bulmadı. Ağaçtan yapılmış bir asanın Seyis'in kılıcını durdurmasıydı bunun nedeni.
Seyis ne olduğunu anlamak için başını çevirdi yana doğru. Karşısında inanılmayacak derecede mükemmel, güneşten daha da parlak, özenle giydirilmiş ve yüzüne bile bakmaya cesaret edilemeyecek birisini gördü. Gözleri bütün denizlerin toplamı kadar derin ama bir o kadar da samimiydi. Adeta özel olarak seçilmiş, yüce bir kraldı. Hazreti Musa insanı sarıp sarmalayan sesiyle ''Kimse kardeşime dokunamaz,'' diye kükredi.
Seyis, gözlerini açtığında saraydaydı ve etrafında meclis erkânı vardı. Şifacılar etrafa koşuşturuyordu ve kendisi ise büyük bir yatakta uzanıyordu. Yerinden doğrulmayı denedi ama gözleri kararınca tekrar yatağa uzanmak zorunda kaldı. Gözlerinin kararması geçince yatağına biraz daha yaklaşan efendisini gördü. Firavun ''İyi misin?'' diye sordu, cevabını bildiği halde. Seyis yutkundu ve boğazından midesine doğru inen bir acı hissetti.
Konuşmayı denediğinde gözünden yaşlar geldi ama yine de ''İyiyim,'' diye cevap verdi boğuk sesiyle. Firavun bu sefer ''Bunu sana kim yaptı?'' diye sordu. Seyis'in gözleri uzak diyarlara daldı ve oradan uzaklaştı. Çoktan yaşadıkları depreşmişti içinde. Firavun onu yakasından tuttuğu gibi silkeledi ve sorusunu yineledi. Seyis istemese de doğru cevabı vermesi gerektiğini biliyordu. ''Musa,'' dedi, acı içinde kıvranırken.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gül Yangını | Musa'nın Direnişi
Fiction Historique*Gül Yangını'nın dördüncü kitabına dahil edilecektir. ''Yaşlanmış ama bir o kadar da kuvvetli adam halkına doğru baktı. Binlerce kişi ona sadece 'Yapamazsın!' diyordu. Sonra bakışlarını diğer tarafa çevirdi. Korkutucu bir deniz gördü. O da aynı şeyl...