Asiye binti Müzahim, başındaki sahte tacı fırlatıp atmış Allah'a sevgisinin timsali olan tacını başına geçirmişti. Belki de tek suçu şimdiye kadar buydu masum kadının. Odasına hapsedilmesi ve günlerce özgürlüğünden feragat etmesinin tek nedeni de Allah'a iman etmesinden kaynaklanıyordu.
Tutsak olduğundan beri Firavun ile hiç görüşmemişti kraliçe nedense. Gelmemişti hiç yanına Mısır hükümdarı... Onunla yüzleşmekten korkuyordu muhtemelen... Gerçeklerin suratına bir yumruk inmesinden, kalbini ise bir kılıç gibi kesmesinden...
Kimse kurtarmadı ama Asiye'yi gerçekleri haykırmasına rağmen. Sustu herkes anlaşmış gibi. Askerler odasına gelip onu zorla alıkoyduğunda, ses çıkarmadı Seyis dâhil... Belki de en çok acıtan buydu kalbini... Sadece izlemişti Seyis ve kraliçesini kurtarmak için hiçbir şey yapmamıştı. Yine en yakını onu arkasından vurmuş ve onu yarı yolda bırakmıştı. İstemsiz olarak gözlerinden yaşlar aktı ve bütün bu yaşananlar için adeta bir ağıt yaktı gökyüzüne...
Kendi üzüntüsü içinde boğuşurken, görmüyordu kimseyi... Duyamıyordu ona seslenenleri... Kapatmıştı gönlünü herkese... Ama duydu kapının sesini hayal gibi... Ansızın heyecanlandı kraliçe. Sebepsizdi hissettikleri ama dışarıda bekleyen kişi için hazırlık yaptı az da olsa. Tamam olunca girebileceğini söyleyerek izin verdi bekleyene...
Seyis, kaslı vücudu ve omuzlarına dökülen saçlarıyla girdi içeriye... Asiye sırtını döndü ona... Memnun olmadığını ifade eden bir hareketti bu... Seyis alındı elbette. İhanet etmişti biricik kraliçesine... Pişman gibi görünmeye çalışıyordu elinden geldiğince... ''Özür dilerim,'' dedi masum ve sessizce... Sonra ''Size birisini getirdim,'' diyerek kendisini affettirme çalıştı...
Kraliçe dönmedi bile arkasını... Olduğu yerde kaldı, kimin geldiğini görmüyordu bu yüzden... Duyduğu ses, ona öyle bir sert darbe vurdu ki öldüğünü sandı bir an... Hisleri değişti dağılan bir buhar gibi. Merak ve öfke bütün kalbini kapladı kumun üzerini örten bir dalga misali... Ve yıllar boyunca göremediği annesine gözyaşlarıyla bakakaldı...
Kırış kırış bir yüz... Yetmiş yılın çizgileri... Eski anılardan kalma bir kılıç yarası izi tam yanağında boydan boya... Sarkan kocaman bir boyun... Çukura kaçmış çakır gözler ama umudunu yitirmemiş daha... Dünyanın kahrına dayanmaya çalışan, gelecekten umudu kalmamış bir kadın...
Aslında hep aklında bu anı tasarlamış ve annesine neler söyleyeceğine dair planlar yapmıştı ama şimdi görüyordu ki, koca bir çaresizlik onu her geçen saniye yiyip bitiriyordu. Gözünden yaşlar dökülürken Asiye'nin, ''Kızım,'' dedi kraliçenin annesi, evladının ağlamasını durdurabilmek için...
Yıllar önce terk etmişti Asiye'yi. Daha doğrusu kraliçe, annesini Hitit savaşında kaybetmiş masum bir kızdı. Yani Mısır hükümdarının savaştan döndüğü o gün, annesini son kez gördü Asiye... Bu yüzden annesine veda edemedi kraliçe... Bir daha duyamadı onun kokusunu bu sarayda...
Hiçbir şey söyleyememişti Asiye, annesi saraydan ayrılırken... Kaybolmuştu kimsenin haberi olmadan... Hitit ile Mısır diyarları bir daha savaşmamak üzere birbirlerine söz verip anlaşma imzaladıktan sonra oldu bütün olanlar...
Aslında kraliçe ne kadar da annesinden ayrılmanın acısını kalbinde yaşa da, onun bu sarayda daha büyük bir tehlikeyle karşılaşacağının farkındaydı... Annesini ona karşı bir koz olarak kullanacaklardı saray oyunları için... Böylece gitmesini kabullendi, zaman içinde...
Annesinin uzak diyarlara yolculuğa çıkmasından birkaç hafta sonra biri geldi Firavun'un sarayına... Küçük bir kız, Thermuthis! Geldiğinde çok yabaniydi ve buraya alışmakta oldukça zorlandı. Uzun süre sorun çıkardı herkese, kabullenmedi yeni yurdunu...
Derken kız büyüyüp serpilmiş. Aklı başında bir kadın oluvermiş. Bele dek saçlar, elâ gözler, yavru ceylan bakışlar. Ağzı çiçek balı, yanakları al elma... Dudakları alev ateşi, boyu bir ağaç gibi serpiliyor... Sanırsın bir peri. Yüzü güleç, dili zehir, kötülüklerin koruyucusu... Ama çekemedi kimse onu, soyluydu çünkü... Asaletin ölçüsü zenginlikti o devirlerde...
Zaman ilerledi ve Asiye olanları unuttu. Belki de unutmak istediği için maziyi gömmüştü kalbinin en derinlerine... Kraliçenin annesi ''Biliyorum beni affetmeyeceksin,'' dedi mahcup bir şekilde...
Kraliçe, gözlerini af dileyen annesine dikti. Düşünceleri kuş misali uçup gitmişti çoktan... Nasıl söyleyebileceğini bilmiyordu ama birden ''Niye geldin,'' diye soruverdi. Annesi de davasından vazgeçmesini söyleyerek tekrardan Firavun'un önünde diz çökmesi için yalvardı kızına... Bir aracı olarak geldiğini söyleyerek Mısır hükümdarının onu çok sevdiğini dile getirdi ve eğer yaptıkları için aman dilerse her şeyin unutulacağını belirtti.
Asiye, annesinin daha fazla konuşmasına tahammül edemeden ona ''Defol,'' diye bağırdı... Annesinin kolundan tuttu sertçe... Odanın köşesine fırlattı onu bir yandan... Yıllar boyunca özlem duyduğu annesini bırakmıştı yalnızlığa büyük bir öfkeyle... Hemen ardından ''Eğer Firavun benimle çok konuşmak istiyorsa kendisi gelsin,'' diyerek kükredi bir aslan gibi... Ve gönlünü kapattı yıkılan bir dağ misali... Bütün oda annesinin hıçkırıklarıyla yankılanırken Asiye'nin kalbi de paramparça olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gül Yangını | Musa'nın Direnişi
Fiction Historique*Gül Yangını'nın dördüncü kitabına dahil edilecektir. ''Yaşlanmış ama bir o kadar da kuvvetli adam halkına doğru baktı. Binlerce kişi ona sadece 'Yapamazsın!' diyordu. Sonra bakışlarını diğer tarafa çevirdi. Korkutucu bir deniz gördü. O da aynı şeyl...