Nil'in Kraliçesi

34 4 0
                                    

Sessiz bir öğleüstü, hava iyice sıcak... Sert kum fırtınalarıyla kavrulan Mısır... Deve kervanları mücadele ediyor çöller ile... Gökten parça parça aydınlık yağıyor. Beraberin sıcak düşüyor Mısır'ın üzerine... Her yerini yakıyor... Güneş, sarayın çevresine kocaman bir ateş dağı gibi çöktü böylece. Sarayın etrafındaki topraklar yanıyordu. Taçları gonca iken solmuş otlar, Mısır çiçekleri, sarı çalılar ve küçük otlar tamtakır kuruyup kalmışlardı. Bir deri bir kemik yılanlar, tarla sıçanları, kurumuş yeşil böcekler, sinecek bir gölge veyahut girecek bir delik arıyorlardı. Kanları sanki buhar olup uçmuş, sarı kuşlar ateşler içinde yanan toprağa düşüyor, lokma lokma ölüyorlardı.

Ama sarayın avlusu gene eskisi gibi... Kapalı bir mahzen rutubetiyle ıslaktı ve hamamlar taze toprak, çiçek, ot ve birçok gönül hoşnut tutan kokularla doluydu. Asiye'nin bütün vücudu, şiddetli bir tiksinti ile sarsıldı. Bununla beraber eski oturduğu yerde, gördüğü her şey gibi bu koku da ona yabancı değildi. Avluyu ikiye bölen bölmeye yaklaşınca hava daha ziyade ağırlaştı.

Gönlü neşe doldu birden. Dağlara tırmanmaya başladı düşüncelerinde. Çok geçmeden koca ağaçları göklere kadar yükselten bir orman ülkesine giriverdi, bu koca ağaçlar içini her bakımdan saygı ile dolduruyordu. Adını bilmediği hayvanlar koca ağaç dallarına tırmanıyor, aşağıda da çok parlak tüylü geyikler dolaşıyordu. Böyle sevimli bir hayvanı ilk kez gördü, kim bilir!

Güneşin altın ışıkları ağaçların sık koyu yeşilli yaprakları arasından tatlı ve neşeli süzülüyordu o yürümeye devam ederken. Ağaç kökleri tabii merdiven basamakları gibiydi. Her tarafta kapalı yosun sedirleri vardı. Taşlar kadifeden minderler gibi bir kadem yüksekliğinde en güzel yosunlarla örtülmüştü. Tatlı bir serinlik sardı her tarafı. Rüyada duyulur gibi bir pınar şırıltısı... Yer yer suyun taşların altından gümüş parlaklığıyla nasıl sızladığı çıplak ağaç köklerini kayaları nasıl yıkadığı görünüyordu. Asiye, tabiatta olup bitenlere şöyle bir eğilip kulak verse doğanın esrarlı oluş hikâyesini ve dağlardaki kalbin sessiz atışını işitebilirdi.

Biraz daha ilerledi, ormanın içinde... Suyu takip etti. Bazı yerlerde taşların arasından, köklerin dibinden daha kuvvetle fışkırıyor ve ufak çağlayanlar yapıyordu su akıntısı. Oralarda gezinmek ne hoştu kraliçe için. Dört taraftan harikulade güzel sesler geliyor, kuşlar kavuşma isteğiyle zaman zaman şarkılar söylüyorlardı. Ağaçlar bin bir kızın dileğinden fısıldıyordu. Garip dağ çiçekleri bin bir kızın gözüyle ona bakıyordu biçim biçim, acayip yapraklarını ona doğru uzatıyorlardı.

''Anne,'' dedi Hazreti Musa. Keskin bir kılıçla böldü annesinin düşüncelerini. Geri dönmüştü yuvasına Peygamber. Özlemle sarıldı Asiye'ye. Düşündü kraliçe, ne zamandır bu kadar özgür olmadığını. Kurtulmalıydı zincirlerinden. Tutsaklıktan kaçmalıydı. Âlim'i yenmeliydi. Boyun eğmemeliydi ona. İhanet edenlerle kuşatmamalıydı etrafını. Seyis'e güvenmemeliydi o kadar çabuk.

Elbisesi tutuşmuş gibi vücudunu alevler içinde hissetti Asiye. Düşüncelerini attı bir kenara. İçinde büyük bir boşluk açıldı. Kalbinin çırpıntısından başka hiçbir şuuru kalmamıştı. Bu deruni boşluğu doldurmak için oğluna sarıldı.

Saray, mırıldanıyordu. Birden vücudu gevşedi kraliçenin. Başını Hazreti Musa'nın omzuna koydu. Hafif bir titreme... Uyuşukluğa benzer bir uyku istidadı... Hafif dalıp uyumalar ve küçük kâbuslar, ismini çağırıyorlar gibi... Kulağının dibinde fısıldanmalar... Hayatıyla münasebeti olmayan kısa bir rüya. Sonra ani bir uyanıklık, şuursuz bazı hatıralar. Dikkatin birdenbire artması... Bir hadise beklemek... Dizinde hafif bir sızı... Zorlukla dönüyor, sağlam dizini kasıyor... Bir rahatlık... Gevşiyor... Göğsünün üstünde kat kat yelekler çözülüyormuş gibi bir hafifleme var... Dalıyor sonra...

Gül Yangını | Musa'nın DirenişiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin