İki gündür aynı saatte karşılaştılar tesadüf eseri, kulağında derin ezgiler arasında kaybolurken karşısında çırpınan kraliçeyi gördü. Tesadüfü bir kenara bıraktı. Bakışlarını yerden kaldırıp kulağındaki sesi uzaklaştırdı. Yüzüne pis bir sırıtış yerleştirerek ''Ne oldu?'' diye sorar gibi kafasını yana çevirdi. ''Günaydın,'' dedi Asiye, günaydın karşılığını verdi Âlim donuk bakışı, alaycı gülümsemesiyle, çok da umursamaz gibi. Geniş omuzları düşüverdi birden adamın, ''Ne kadar oldu?'' diye sordu ve üzülerek ''Seslendim kaç kere arkanızdan ama beni duymadınız! Sizi bekliyordum kraliçem,'' dedi. Hatırlamıştı oysa kadın ama taht oyunlarından biraz uzak kalmak istiyordu. Ortak hedeflerini söyleyerek Âlim'in ismini fısıldadı kraliçe ve zaman kazandı. Her iki taraf da bir şeyler feda etmeliydi ama Âlim yine de mutluydu. Obelisk'in ölümü üzerine kurduğu bütün dostluklar sağlanmıştı ne de olsa.
Âlim, dostluğunu pekiştirmek için bir hediye vermek istiyordu kraliçeye ama bu hediye özeldi her şeyden önce. Onu bir adım öne geçirecek bir ustalıkla takdim etmeliydi Asiye'ye. Herkesi kendine bağlamalıydı ki kimse önünde durmaya cesaret edemesin ama duvarın üzerinde asılı insan boyundaki, ucu, avucu dolduracak şişkin baston, ona gelecekteki yaşamının nasıl olacağı konusunda fikir veriyordu.
Gözlerini kapatıp düşünmesi için fırsattı aynı zamanda. Hiç zaman geçirmeden ürkek ceylan endişesiyle üzmeden kapadı gözkapaklarını. Şimdi... O zamanlara doğru gelecekti ki yaşamına doğru yolculuk yapabilecekti. Her şeyini kuşanmış yolcu misali tereddüt bile etmedi gözkapaklarını kapamaya. Ona... Bu yolculuğun sırrını anlatan kendi benliğini de aldı yanına.
Cevabı bulduğunu biliyordu artık ve açtı göz kapaklarını. Şimdi tam karşısındaydı Asiye. Kaşlarının altından belli belirsiz kararsız bakışlarını önce Âlim'in gözlerine sonra göz ucundan süzercesine kapıdaki kadına yöneltti Asiye. Bir destenin en güzel hali olan bir kadındı anlamlı hediye ve ''Talibim,'' dedi bakışlarıyla Asiye nedensizce çünkü bu kadın diğer insanlara hiç benzemiyordu. Yüzü eşsizdi, yüreği gibi... Yürüyüşü farklıydı bir kere. Eğer üzerindeki giysiler biraz daha düzgün olsaydı soylu biri bile zannedilebilirdi.
Yüzünde bir gülümseme, ona doğru ilk adımını atacak olmanın heyecanıyla sevindi kraliçe ama kadının İsrailoğulları'na mensup olması onu durdurdu. Âlim, hamlesini yaptı ve bir yılan gibi kıvrıldı kraliçenin etrafında. Sivri ve çatal dilini çıkartarak ''Irkı önemli değil,'' dedi.
Musa'nın karnı iyice acıkmıştı ve kimsenin memesini ağzına almıyordu. Asiye'nin tek umudu şu an karşısında bekleyen kadındı ve onu da kaybetmek istemiyordu. Gerekeni yapmalıydı. Bu kadın karşılığında Âlim'e ne vermesi gerekiyorsa vermeliydi. Kadına hemen Musa'yı emzirmesini emretti. Yocheveddir, Musa'yı kraliçenin elinden bir anne şefkatiyle aldı ve memesini ağzına verdi. Anında sustu Musa ve memeyi emmeye başladı iştahla.
Kraliçe, istediğini aldı ama daha bitmemişti işi. Emin olmamakla beraber sordu Âlim'e: ''Karşılığında benden ne istiyorsun?'' Âlim, hedefine yaklaşan bir kaplan gibi baktı. Önünde duran çaresiz ama bir o kadar da hırçın kraliçeyi süzdü. Asiye'nin gözlerinin içine baktı. İstediğini elde etmek için saldırdı düşünceleriyle.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gül Yangını | Musa'nın Direnişi
Fiksi Sejarah*Gül Yangını'nın dördüncü kitabına dahil edilecektir. ''Yaşlanmış ama bir o kadar da kuvvetli adam halkına doğru baktı. Binlerce kişi ona sadece 'Yapamazsın!' diyordu. Sonra bakışlarını diğer tarafa çevirdi. Korkutucu bir deniz gördü. O da aynı şeyl...