Soğuk taşların, pisliğin ve kanın olduğu saray mahzenine uzanmış, yumuşacık gözleriyle, doğduğu toprakların mavimsi kırmızı gökyüzüne bakarak Ameni'nin ölüsü yatıyordu. ''Ölmüş olsaydım! Hep bunu düşünüp durdum! Ben ölmüş de olsam, hayat böyle akmaya devam ederdi. Bütün köylü eskisi gibi yaşar, güler, oynar, işlerine bakardı. Demek ki ben basit ve ehemmiyetsiz biriyim! Öyleyse ben bu dünyada neden varım?'' diye sorguluyordu kendisini. Sahte resimli, eski püskü cüppe giyen genç adamın cam gibi kocaman gözlerinden iri iri damlalar dökülüyordu. Ameni sessizce yatmaya devam ediyor, kırdan esen rüzgâr saçlarını dalgalandırıyor; balmumuna çalan yüzünü azıcık açıyor, tekrar kapatıyordu.
Siyah, uzun koridora dizilmiş Mısır askerlerinin önünden Ameni'nin kocaman gölgesi geçip gitti. Kararını vermişti çoktan, eline geçirdiği bilgiyi kullanmalıydı. Takip etmeliydi Hazreti Musa'yı. Ceset taşıdığını hissetmişçesine kocaman ayaklarıyla yere vurarak yürüyordu. Yakalanmak istiyordu sanki. Küçük küçük toz parçacıkları, ayaklarının altından savaşı kaybeden bir ordu gibi dağılıyordu ve eline geçen bilgiye iki eliyle sımsıkı tutunmuş, tek başına yürüyor uzun koridorlarda. Doğru mu bilmiyordu ama umuyordu bir şeyler yakalamayı. Güneşin battığı yöne gitmesi gibi karanlıktı bütün odalar. Aldırış etmedi ama Ameni, takip etti Hazreti Musa'yı.
Sarayın en zeki adamı, her sabah olduğu gibi yine uzun siyah cüppesi, birçok yeri yırtılmış kahverengi bir eteği ve bileklerine kadar çamura bulanmış ayaklarıyla geziniyordu. Tıpkı eski günlerdeki gibi... Onu hiç bu kadar yakından görmemiş olan askerler Ameni'yi izliyordu merakla. Uzun boylu, omuzları geniş, saçları uzun, sakalı bir hayli uzamış, elleri toprak gibi yarılmış ve çok pis kokan birisiydi artık. Nereden geldiğini kimse bilmiyordu, herkesten saklıyordu soyunu.
Başını kaldırdı ve uzun uzun izledi Peygamber'i. Ne yaptığını anlamaya çalıştı. Bakışları sanki insanları delip geçiyor gibiydi, bir an titrediğini hissetti Hazreti Musa. Arkasına döndü. O an... Peygamber'in içinden geçenleri sanki duyuyordu Ameni ve saklandı bir köşeye.
İçinden "Seni tanımıyorum çocuk," diyordu. Hiçbir şey söylemeden, içinden mırıldanarak takip etmeyi sürdürdü Hazreti Musa'yı. Peygamber, Asiye'nin odasına girdi. Ameni bir anda irkildi ve şiddetli bir gürültü duydu. Tuhaf, boğuk, hışırtılı, daha önce işittiklerine hiç benzemeyen bir sesti bu; saraya geldiği ilk günkü gibi... Kafasının içini korkuyla dolduran ve yaşamının ilk anısını oluşturan bir ses... Alışılagelmiş, bildik kılıç seslerini ve bağrışların gürültüsünü bastıran bir tını... Tüylerini diken diken etmişti. İştahı kaçmıştı.
Yine de yürümeye devam etti. Kraliçenin odası karşısındaydı. Kapıdaki hizmetçilere bahçeye çıkıp dolaşmalarını emretti. Kapıdakiler ilk başta pek istekli olmasalar da Ameni sert bir dille onları uyarınca hemen gözden kayboldular.
Etrafa bakındı ve kimsenin gelmediğinden emin oldu. Hazreti Musa'nın neler karıştırdığını öğrenmekti amacı. Kulağını kapıya dayadı ve içeride ne konuştuklarını duymaya çalıştı. Bir süre dinledi sessizce. Duydukları karşısında bozguna uğradı. Yıkıldı. Başına bir ağrı saplandı. Ayakta durmakta zorlanıyordu.
Yıllar boyunca yanlarında büyüyen düşmanı fark edememesi belki de en büyük aptallığıydı. Yenik düşmüştü çok önceden. Her şeyin farkına şimdi varıyordu. Firavun'un o gece gördüğü rüya demek ki bugün anlamını kazanacaktı.
Yere çömdü gözünden yaşlar akarken. Üzüntüden değildi yere düşen damlalar, her biri öfkesinin birer parçasıydı. Duvarı yumrukladı, elleri kanlanana kadar. Bağırdı, çağırdı avazı çıktığınca. Kimse duymuyordu sesini. Koridor da hayalleri gibi boştu.
Hazreti Musa'nın yandaşlarıyla vedalaşma seslerini duydu bir süre sonra. Harekete geçme zamanıydı. Bir şeyler yapmalıydı lakin ne yaparsa yapsın geç kalacağının farkındaydı. Kapıya bir omuz attı. Kapı açılmadı. Bir daha denedi şansını ve kapı kırıldı. İçeriye girdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gül Yangını | Musa'nın Direnişi
Tiểu thuyết Lịch sử*Gül Yangını'nın dördüncü kitabına dahil edilecektir. ''Yaşlanmış ama bir o kadar da kuvvetli adam halkına doğru baktı. Binlerce kişi ona sadece 'Yapamazsın!' diyordu. Sonra bakışlarını diğer tarafa çevirdi. Korkutucu bir deniz gördü. O da aynı şeyl...