Güneş ışınları yeryüzüne çarpıyor ve havayı olabildiğince ısıtıyordu. Nil Nehri'nin suları yükselip alçalarak gelgit hareketleri yaratıyordu. O sıralarda Komutan ise arabasının içinde mide bulantısı ile mücadele etmekteydi. Arada bir mide bulantısı, kusma isteğini körüklüyordu. Eğer arabayı çok sık durdurup soluklanmasa gideceği yere sanki hiç varamayacak gibi hissediyordu. Çetin bir yolda ilerlemeye çalışsa da en nihayetinde katliama zamanında yetişebileceğini biliyordu.
Kumandan yoluna düşe kalka devam etti. Güneş, gökyüzünde süzülürken ışınlarının yakıcı etkisini azalttı ve bu sayede Komutan, bazen arabasının penceresinden dışarıyı seyretme fırsatına kavuştu. Ayrıca muhrik sıcakta zalimce çalıştırılan İsrailoğulları'nı da gördü.
Sert, tozlu ve taşlı yolda atlı arabası zorlukla ilerlerken bir yandan da arabasını koruyan çok sayıda asker cebren de olsa dar yolları açtı. Araba biraz daha ilerledikten sonra köle meydanının ortasına yanaştı ve Obelisk, arabadan usul adımlarla indi. Meydanın etrafına dağılmış ve çok pespaye bir halde olan halka mağrur bir şekilde baktı. Meydanda birazcık daha yürüdü ve ağır adımlarla daldı bir dar sokağa. Aslında gelmek istediği yer burası değildi. Beyninden bağımsız hareket ediyordu bacakları. Yeşil boyalı derme çatma bir evin önünde durdu. Yıllardır olmak istediği yerdeydi aslında. Kapıyı çalıp çalmamakta kararsız kaldı. Eli kapıya gitti gitti geldi. ''İki kere gitmişse el, çalınmalı kapı!'' dedi. Kalbi göğsünü delecek gibi deli çarpıyordu. Bir kez daha böyle delirmişti kalbi. O zaman olduğu gibi... Bu zamanda da bedeni doğru yerdeydi. Usulca vurdu kapıya. Ağır hareket eden ayak seslerini işitti. Kapı açıldı, yorgun adamla göz göze geldi. Uzun uzun sustular. Adam hıçkırarak ''Oğlum,'' dedi. Oğluna sarılmak istedi ama utancı engeldi. Suskundu delikanlı, adamın gözlerinde mahcubiyeti hissetti. Babasının mahcupluğu delikanlıyı da utandırdı.
Obelisk'in gözünden iki damla yaş akarken yanındaki askere annesiyle babasını göstererek ''İkisini de öldürün,'' dedi. Onların çığlıklarına aldırış etmedi ve yılların hesabını soramadan döndü, gitti. Ta ki yorulana kadar hiç durmadı ve olağanca kuvvetiyle koştu. Gücü bunu kaldırmaya yetmiyordu ve yaptığının affedilir bir yanı yoktu lakin ailesini ona karşı kullanacaklarını biliyordu. Gücü tükenince olduğu yere yığıldı ve bekledi.
Acısı hafifledikten sonra her yere baktı ama arabasını bir türlü bulamadı. En sonunda çadırların arasında kayboldu. Öylece bekledi yerinde ve bir müddet sonra birkaç bağrış duydu. Hemen sesin geldiği yöne doğru giderek ne olduğunu anlamaya çalıştı ve ancak oraya vardıktan sonra Mısırlı bir askerle İsrailoğulları'ndan birinin kavgaya tutuştuğunu gördü.
Kavga edenlerin yanına varınca asker ile adam tartışmayı kesti. Asker Obelisk'in önünde eğildi ama adam aynı şeyi yapmadı. Kumandan ''Sorun ne?'' diye sordu. Asker ses etmedi. Komutan şipşak diğer adama döndü ve ''Bebeği ver!'' diye bağırdı. Adam, askere söylediğinin aynısını Obelisk'e de tekrarlayınca Komutan aniden sinirlendi ve kendini tutamayıp adama bir tokat attı. Adam biraz geri sendeledi ve kendini doğrulttuktan sonra Komutan'ın suratına tükürdü. Bu sefer Komutan iyice zıvanadan çıktı ve askerlere ''Öldürün şu pisliği,'' diye bağırdı. Askerler o adamın üzerine hamle yaparken, olayı izleyen İsrailoğulları'na mensup birkaç kişi de Obelisk'e doğru atılarak olaya dâhil oldu.
Sağ ve sol bir manevrayla Komutan gelen saldırılardan sıyrıldıktan sonra kılıcını kınından çekti. Ona karşı hamle yapanların hepsini ortadan temizledi ve buna takiben suratına tüküren adamın üzerine doğru yürümeye başladı. O adamın kafasını kılıcıyla tam vücudundan ayıracaktı ki yanında bekleyen askerin arkasından biri bıçağını sokup çıkardı ve askerin cansız bedeni Obelisk'in önüne düştü. Kumandan bu sefer askerini öldüren adama kılıcını salladı ve onun kafasını gövdesinden ayırdı. Bu sırada yerdeki adam Komutan'ın bacağına bıçağı saplama fırsatını ele geçirdi ve bıçağı dibine kadar batırdı.
Obelisk acı bir şekilde bağırdı ve can havliyle bıçağı saplayan adama kılıcını savurdu. Tabi kılıç yerini bulmadı ve adamı çok az bir farkla sıyırdı. Bunun üzerine askerlere ''Şu pisliği öldürün demedim mi!'' diyerek daha çok böğürdü. Askerler adamı öldürmek üzere hamle yapınca cenk büyüdü ve İsrailoğulları'na mensup birçok kişi de askerlerin üzerine doğru atıldı. Komutan'ın askerleri çoğu kişiyi kılıçtan geçirmesine rağmen bir türlü dövüş son bulmadı ve keza mücadele uzun bir süre sıcağın altında devam etti.
Cenk zor da olsa bittiğinde üç ya da dört asker yerde kanlar içinde yatarken İsrailoğulları'ndan elli kadar kişinin cesedi kenarlara saçılmıştı. Obelisk ise yorgundu, tükenmişti ama zaferi kazanmıştı. Suratına tüküren adamın boynuna kılıcını dayamıştı. Nefes nefese kalmış olmanın verdiği sinirle ''Dört adamıma mal oldun,'' diye hırladı. Bu sırada yanında savaşan diğer askerler de bir çember oluşturarak Komutan'ı güvene almayı başardılar.
Obelisk, kılıcını havaya kaldırdı. Güneş, kılıca vurdu ve etraf aydınlandı. Hızlı bir hareketle silahını adamın kafasına doğru savurdu Obelisk ve adamın kellesini gövdesinden ayırdı. Komutan, kanlanan silahını adamın cesedine silerek temizledi ve kılıcını kınına soktu. Savaşın bir askere verdiği en iyi hazlardan biri haline gelen zaferin tadıyla gülümsedi ve kendisini korumak için bölgeyi güvenlik tedbirleriyle kuşatan askerlerine dönerek ''Bizimle mücadele eden herkesi öldürün,'' diye bağırdı içten bir kahkaha atarak. Tam cümlesini bitirdiği sırada bir kadın ''İmran,'' diye büyük bir çığlık attı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gül Yangını | Musa'nın Direnişi
Tarihi Kurgu*Gül Yangını'nın dördüncü kitabına dahil edilecektir. ''Yaşlanmış ama bir o kadar da kuvvetli adam halkına doğru baktı. Binlerce kişi ona sadece 'Yapamazsın!' diyordu. Sonra bakışlarını diğer tarafa çevirdi. Korkutucu bir deniz gördü. O da aynı şeyl...