''Başka bir arzunuz var mı?'' diye sordu Âlim yeni efendisine. Thermuthis bakışlarını dikleştirdi ve tahtına oturdu. Küçüktü şimdi hayalleri ama zamanı geldiğinde Mısır'a hükmedeceğini biliyordu. Başını hayır anlamında salladı sahtekâr hizmetçisi için. Şimdilik işe yarıyordu Fısıltıların Efendisi, akıl veriyordu Thermuthis'e ve taht yolunda ilerlemesini kolaylaştırıyordu ama günü geldiğinde Âlim'i öldürmek zorunda olduğunu biliyordu Mısır Kraliçesi.
Salondan ayrıldı böylece Âlim. Hızlı adımlarla odasına gitti ve rahat edebilmek için üstündekileri çıkardı. Yumuşak ipek giysilerini giydi, kendisine Mısır'ın en iyi şaraplarından birini doldurdu. Tek dikişte hepsini bitirdi. İkinci kadehi de koyduğu gibi mideye indirdi ve nihayetinde hafif meşrep bir halde yatağına yığıldı.
Tam bu sırada kapısı çaldı ama açmak için bir harekette bulunmadı. Kapı ısrarla yumruklanınca Âlim yerinden kalktı ve gerekeni yaptı. Karşısında Halk Temsilcisi'ni görünce kolundan tuttuğu gibi içeri aldı ve etrafı kolaçan ederek kimsenin olmadığından emin oldu. Kapıyı kapattığı gibi sinirli bir durumda temsilciye dönerek ''Neden geldin?'' diye sordu.
Temsilci, suratına hafif meşrep bir gülümseme koydu ve ''Asıl soru sen neden içtin olacaktı?'' dedi. Âlim, muzip bir çocuk gibi kafasını salladı ve ellerini açarak ''Beni yakaladın,'' diyerek karşılık verdi. Aslında Âlim'in asla içki içmemesi gerekiyordu çünkü Firavun, Âlim'i ayık biri olarak isterdi her zaman. Yani bunun özel bir nedeni yoktu, bu yüzden Âlim arada birkaç kaçamak yapmaktan gocunmuyordu. Tabi ki aldığı rüşvetleri ve çevirdiği dolapları da hasıraltı etmekten geri kalmamıştı. Herkes onun saf, temiz ve saray entrikalarına karışmayan biri olduğunu düşünebilirdi ama o tam tersine sinsi bir yılan gibi sarayın koridorlarında sürünüyordu.
En güzeli de her şeyde onun parmağı olmasına rağmen kimsenin ondan şüphelenmemesiydi. Ameni ile Obelisk arasında yaşananlar, sarayın içlerine kadar giren Kıptiler, kraliçenin yaşadıkları, Obelisk'in nasıl öldüğü, Firavun'un son zamanda yaptığı delege değişikliği ve sarayda konuşulan her şeyden haberi vardı çünkü o Fısıltıların Efendisi'ydi. Buna o ismi veren kendisi değildi tam tersine bu ismi ona düşmanları vermişti.
Âlim, nefesini içine çekti ve bir süre böylece bekledi. Düşünce bulutlarının kafasından dağılmasını umut ediyordu. İşe yaradı. Kendiliğinden gerçekleşiverdi. Kafasının boşalmasını fırsat bilerek Halk Temsilcisi'ne döndü ve ''Niye geldin?'' diye sordu. Müttefikinin cevap vermesini beklemeden birkaç adım attı ve rahat tavrıyla masadan bir kadeh kaptı, içine biraz şarap koydu. Arkadaşına uzattıktan sonra tek yudumla bardağı bitirmesini izledi. Temsilci, kahkaha attıktan sonra ''Şu yeni gelenler,'' dedi. Biraz zaman geçtikten sonra ''Ne yapmayı düşünüyorsun?'' diye sordu tek kaşını havaya kaldırarak. Komikti, Fısıltıların Efendisi elinde olmadan güldü. Demin şarabın içine koyduğu zehir çoktan arkadaşının vücuduna nüfuz etmiş olmalıydı, o yüzden cevabı hazırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gül Yangını | Musa'nın Direnişi
Ficción histórica*Gül Yangını'nın dördüncü kitabına dahil edilecektir. ''Yaşlanmış ama bir o kadar da kuvvetli adam halkına doğru baktı. Binlerce kişi ona sadece 'Yapamazsın!' diyordu. Sonra bakışlarını diğer tarafa çevirdi. Korkutucu bir deniz gördü. O da aynı şeyl...