Alim

23 5 0
                                    

Mısır, baştanbaşa insan ve kumlarla örtülüydü. Sık, yüksek boylu kum fırtınasının dönen bölümlerinde havada uçan bir kadının sırtı kurtulmaya uğraşırken belli belirsiz siliniyordu. Kadının parmakları arasında sallanan kumlar, çocuğunun gölgedeki hayaline eğilen kadın ve çöl çiçekleriyle örtülü tarlada toplanmış ekin demetleriyle harmanlanıyordu. Öte yanda, giysileri yırtılmış, ölesiye çalıştırılan İsrailoğulları, kızışmış kuru tarlada toz kaldırarak, çöl üstünde ayakta durarak taşları yerleştiriyorlardı.

Mavi Nil Nehri'nin kırmızımsı gök ile kucaklaştığı yer, her yerden seçilebiliyordu. Bazen nazlıca, bazen de suları yok denecek kadar azalan bir derenin aktığı yol; o dantel görünüşlü tarihi köşke, bayram yerine, ıhlamur, erguvan, çitlembik, keçiboynuzu, çınar gibi daha birçok görkemli ağaca ulaşırdı. Yolu çevreleyen girdili çıktılı sokaklar, küçük iki katlı evleri bahçeleriyle birlikte koruyordu. Bostanları, arsaları, tahta perdeleri, çeşmeleriyle insana ferahlık veriyordu upuzun Nil Nehri.

Mısır'ın en büyük sarayında tenha, sessiz ve yarı karanlık odalarının birinde hırçın bir öfke esiyordu. Topraktan yürüyerek geliyordu. Yağmur iri taneler halinde yağıyordu. Rüzgâr uğultuyla esiyor, geçeninin soğukluğu herkesi üşütüyordu. Eserken yağmur, tanelerini etrafa saçıyor, saray holünü ve her tarafı sırılsıklam ediyordu.

Her yanı ağrıyan, yerinde sallanan ve gırtlağından bir kartal gibi ses çıkaran köhne ve derme çatma taşıt müstehasesi; herhangi bir öfkeye uğrayıp ikide bir yol ortasında hareketsiz kalıyor, etrafa söyleniyor, homurdanıyor ve uzun müddet hep bulunduğu noktada hırçın hırçın tepiniyordu.

Âlim'in odasında öfkeli, kıpkırmızı yüzünden siniri bozuk olduğu anlaşılan bir adam dikiliyordu. Sinirinden olsa gerek başını, gözünü oynatıp duruyor, sıkıntısını ve öfkesini yüzünde belli ediyordu. Bir an önce işini bitirip odadan çıkmak ister gibi bir hâli vardı.

Seyis; boyun eğen, efendisinin karşısında ancak eğilerek durabilen, çok iyi hizmet eden bir savaşçıydı. Güçlüydü ama Âlim'in zekâsı herkesi alt ettiği gibi onu da düşüvermişti hemencecik. Vücut kılları bir ayınınkine benzerdi ama onun kadar cesur değildi. Sırtında siyah veya gri bir pelerin, karın kısımları beyaz ince puslu kıyafetiyle örtülüydü. Seyis'i diğerlerinden ayıran Âlim'e duyduğu mutlak sadakatiydi. Sorgulaması yok, uzun ve ayakları kocaman... Vücudu bir aslan gibi geniş... Âlim'in gerisinde olduğundan rahatlıkla dimdik ayakta durabilirlerdi şu anda.

''Zaman geldi,'' dedi Âlim fısıldar gibi. ''Sadakatini kanıtlama vaktin,'' diye devam etti üstüne basa basa. ''Maşita öldü,'' diye doğrulamak istedi Seyis kendisini. Âlim gülümsedi, niyeti küçümsemek değildi. Âlim ''Asiye,'' dedi, kraliçeyi de alt etmeliydi. ''Bize boyun eğmeli,'' diye tısladı Fısıltıların Efendisi. Seyis yarı merak yarı şüpheyle karışık sordu ister istemez: ''Nasıl?''

''Bir annenin kıymetini bilir misin?'' diye sordu Âlim, bir şeyler sakladığı belliydi. Asiye'nin annesini gizlendiği yerden çıkarmıştı Fısıltıların Efendisi. Kraliçeyi ancak o kararından döndürebilirdi. ''Kraliçeye ihtiyacımız var. Eğer annesi onu ikna edemezse,'' dedi. Yarım kaldı cümlesi. Devamını getirmek istemedi ama. Yapamadı, daha önemliydi şimdi söyleyecekleri. ''Firavun'a söyle,'' dedi Âlim tatmin dolu bakışlarla. Seyis'in meraklı gözlerinden besleniyordu Fısıltıların Efendisi. Aklındakileri ortaya dökme anıydı.

''Thermuthis'i daha güvenli bir yere götürmeliyim,'' dedi, vazifesini biliyordu. Bir süre sustu. Sonra ''Onu tahta hazırlayacağım. Sen de burada kalıp beni temsil edeceksin ve Firavun'un herkesi yakıp geçmesine müsaade edeceksin. Hatta ona yardım edeceksin,'' dedi ve karanlığa karıştı.

Gül Yangını | Musa'nın DirenişiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin