Seyis

37 5 0
                                    

Saraylar gibi bakıyordu ışıl ışıl, ayaz gecelerin üşümeyen, üşenmeyen bekçisiydi. En soğuk yeri yanaklarıydı. Gözyaşları da eklenince ayaza buz tutar, morarırdı. Hissetmezdi soğuğu, içindeki ateş eritirdi her buzu, gözleri sık sık dalar, her gördüğüne onları sorardı, cevap alamaz susardı. Ailesinden bahsediyordu kısacası. Zihninde...

Yüzünden düşen bin parçayı eskitmemeye kararlıydı. Yanaklarının hafif kıvrılmasıyla beliriverecek gamzelerini saklamaya yeminliydi sanki!

Gülseydi. Gülücükler açıverseydi yanaklarında, güller koksaydı gamzelerinden. Ateşler süzülmeseydi gözlerinden. Akan gözyaşların içindeki alevi söndürmek için akmasaydı. Olmazdı bunlar. Sert mizacının gücüne yeniliyordu her zaman.

Hafiften mahcubiyetini gizleyebilmek için gülümsemelerine sarılıp sert yüzünün arkasına sakladığı utangaç halini belli etmemek için verdiği mücadeleyi kaybetmeye meyilliydi. Sözlerini belli ederek konuşmaya başlayıp dudaklarından dökülüverecek hayalinin kahramanı sözcüklerinin sonunun nereye gideceğini bilmeden döküvermişti inci gibi.

Yüreğini, çok uzaklarda, parça parça bırakmanın verdiği acılarla ve sertleşen ve donuklaşan bakışıyla engel olmaya çalıştı. Sevgi dolu bakışlarıyla verdiği izlenim yakışıyordu kalbine.

Ağlayan yüreğinden çıkmak isteyen kelimelerini, dudaklarını yumarak engel olmaya çalıştı. Susmak deniyordu bunun adına. Gözlerini adamın gözlerinden kaçırırcasına sadece ''Efendim,'' diyebildi.

''Sus! Konuşmanın kime ne faydası var?'' diye sordu Âlim. ''Ben çok yaşadım bu hayaller ötesi düşleri,'' diye devam etti sözlerine. ''Şimdi ise bana bakan gözlerden çok uzaklarda ve kendi içimde yaşayacağım her şeyi,'' diyerek ellerini uzatmak istemesine rağmen gelecekte yaşayacağı acıları düşünerek vazgeçti.

Uzatsa ayıramayabilirdi ellerini bir daha. Ellerini teslim etmenin yüreğini teslim etmekle eşdeğer olduğunu daha önceden birçok kez tecrübe etmişti. Dayanmalıydı. Taş kalbine inat, sözlerini ok yaparak ''İşte, sen!'' diyebileceği herkese fırlattı Âlim. Herkesin yüreğinin acıyacağını bildiği halde...

''Benim, ben!'' dedi gücü elinde bulunduranın kendisi olduğunu söyleyerek. ''Kaç kez... Acı yaşamadım mı?'' diye sordu cevabını bildiği soruyu kendisine. ''Bir kez de sen yaşasan ne olur?'' diye sordu Seyis'e ve bağırdı: ''Hizmetkârlarım bunun için var!''

Seyis, efendisinin gözlerinde kayboldu. Ama bir şey diyemedi. Kıpırdamadı. Onu bu noktaya taşıyan Fısıltıların Efendisi... Aynı zamanda ona hayat bahşeden... Onun için koşulsuz bir sadakat arıyordu Âlim onda. Seyis gülümsedi ve sadakatini avuçla sımsıkı kapattı.

Acıyla beslensin istiyordu Âlim ona hizmet edenlerin. Acıyla büyüsün istiyordu fidanları.

Sulanmaya aç bir fidan gibi boynu bükük durmak istemiyordu buna karşın Seyis de. Boynu bükük sadakat yetimi bir insan gibi kalmak istemediğinden... Efendisinin karşısına çıktığında hazır olmak ve beklemenin vereceği acıları görmezden gelerek acılarının yerini mutlu anların alacağı günü beklemeye başladı.

Ve geldi zaman. Âlim'in sinsi kişiliği yüzüne yansıdı. Sordu kendisinden bile şüphe eder biçimde: ''Günü geldiğinde kraliçeye ihanet edebilecek misin?''

İçten gülümsemeye o kadar açtı ki yüzü Seyis'in! Kelimelerin içten gülümseyişiyle bunu belli etmemeye çalıştıkça içten içe daha da çok belirginleşiyordu içten gülümseme isteği. Ürkekti, bakışlarında ne kadar dışından sert gözükse de. Kelimeleri ise kendisini savunmak için hazır askerleriydi. Kaçmak istediği zamanlarda anlamsız ve gereksiz çabaların içine girer, içindeki fırtınaların sesinin duyulmaması için kelimeleriyle kulaklarını tıkardı kendisine söz edenlerin...

''Evet,'' dedi Seyis içten, sadakatini belli eder bir sesle. Âlim, mutluydu çünkü sadakat bugünlerde çok zor bulunuyordu. Öksürdü ve başını eğdi Fısıltıların Efendisi. ''Yocheveddir nerede?'' diye sordu.

Gül Yangını | Musa'nın DirenişiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin