28.Bölüm: Ruha Karışan ZehirAdamın dış görüntüsündeki ürkütücü hava yüzünden hafifçe irkildim. Olmayan sol gözüne karşın sağ gözü dikkatle bakıyordu. Gözlerine bakıyor olmak dahi tüyler ürperticiydi. Ona bunu belli etmemek adına yüz ifademi sabit tutmaya özen gösterdim. Gözünden dolayı onu yargıladığımı veya iğrendiğimi düşünerek incinmesini istememiştim. Bu yabancının hisleri hakkında en ufak fikrim yoktu ancak kimsenin kusurlarına bakılmasından hoşlanmayacağını tahmin edebiliyordum.
Şefkatin gölgesi üzerime çöktü, eli başımın atlına uzandı. Dudaklarımı aralayıp konuşmaya çalıştım fakat bunun için bile çok bitkindim. "Ne oldu sana böyle?" derken yavaşça Buğra'ya baktı. O an gözlerinde gördüğüm öfke beni dahi korkutmuştu. Başımı dikkatle kaldırarak doğrulmama yardımcı oldu. Ardından beni kucakladığında başımı omzuna yasladım.
"Hastane..." diye fısıldadım zar zor.
Kaşlarını çattı, kısık sesimden ne dediğimi anlayamamıştı. Bu yüzden kulağını bana yaklaştırarak "Ne? Tekrar söyle." dedi. Adamda hiç mesafeli konuşma yoktu, yeni tanıdığı biriyle sizli bizli konuşma refleksi göstermesini beklerdim. Aurasında inanılmaz bir özgüven vardı. Yaydığı o güç ve özgüveni sağlam hissettirdiği kadar korkutuyordu da. Ses tonu, kelimeleri vurgulayış şekli çok sertti, bu yüzden sinirliymiş gibi görünüyordu. Sinirli olması için hiçbir sebep olmadığı göz önünde bulundurunca adamın sert mizaçlı olduğu sonucuna rahatlıkla varabilirdim.
Böyle bir adamı daha önce görsem unutmazdım. Nerde oturuyordu? Bana sorun çıkarır mıydı? Eğer kim olduğumu biliyorsa, bunu kullanmak istediğinde başıma epey büyük sorun çıkaracaktı. Lakin adamda pekte bunları yapacak bir tip yoktu. Zehirli kahve içmiş olduğumu söylemezsem bana yardım edemezdi. İçimden bir ses bu bilgiyi magazinsel olarak kullanmayacak biri olduğunu söylüyordu.
Her şeyi halledebilirdim, karşımdaki adam dünyanın en iğrenç insanı çıksa da halledebilirdim. Tek kıstas benim gerçekten yaşamayı istediğimden emin olmamdı. Hep intihar düşüncesiyle yaşamak beni korkutuyordu. Nerede en yapacağımı bizzat kendim bilmiyordum.
Buğra da benimle aynı durumdaydı ama ben onun aksine ölmesini istemiyordum. "Zehir, kahvede zehir vardı. O da içti." Bir çırpıda söyledim. Mesele bazen başkalarına değil kendine güvenmekti ve ben hep tam tersini yapıyordum.
Sırtımdan ve bacaklarımın altında sıkıca tutan kolları iyice ona sinmeme sebep oldu. Halihazırda dönen başım onun beni kucağına almasıyla iyice artmıştı.
Kapıya doğru yönelirken duraksadı. "O da içti?"
Başımı eğik tutmaya devam ettim. "Evet."
"Yani seni zehirlemeye kalktı. Dağınıklığı görünce bunu daha farklı yapmaya çalıştığını düşünmüştüm." Bunu? Bundan kastı öldürmek miydi? Şüpheyle başımı kaldırarak ona baktım. Oysa ona bakabilmek en az konuşmak kadar zordu. "Sadece... Sadece ambulansı arasanız yeterli beyefendi." Sesim rahatsız olduğumu açıkça belli etmişti. Ondan kuşku duymaya başladığımı anlamış olmalıydı.
Konuyla ilgili herhangi bir yorumda bulunmadı. Bunun yerine "Ambulansla vakit kaybetmeyeceğiz." dedi. Bir yabancının bir yabancıya söyleyeceği şeylerden farklıydı sözleri. Ne demek ambulansla vakit kaybetmeyeceğiz? Onun hızlı olduğuna inandığı yöntemlerini isteyeceğimi nerden çıkarmıştı? Bu yöntemini istesem de bahsi geçen yöntemlerini neden kullanıyordu? Yeni gördüğü, yardıma ihtiyacı olan bir yabancı için mi? Kimse buna inanacak kadar aptal olamazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ECSAD
Teen Fiction|Yetişkin içeriklidir.| Bir hacker tarafından her şeyimin yedi yirmi dört izlendiğinden habersizdim. Odamda üstümü çıkarırken bir hackerın beni izlediğini tahmin dahi edemezdim ancak başıma gelmişti. Onun karşısında özelim ya da gizlim yoktu. Son...