Yerde cansız bir şekilde yatan beden babama aitti. Göğsünde biraz evvel meyhanecinin meyve doğramak için kullandığı bıçak duruyordu. Gözlerini kapatmış yalnızca uyuyordu. Rakıları dağıtmaktan sorumlu olan meyhanenin sahibi, tezgahın arkasına sinmiş, kenardan az önce yaşadığı dehşetin kırıntılarını taşıyan gözleriyle ne yapacağımı kestirmeye çalışıyordu.Sahi ne yapacaktım ben?
Ne yapmıştım ben, katil mi olmuştum şimdi?
Katil böyle mi olunurdu?
Anlık hissettiğim kin miydi bunu bana yaptıran?
Yoksa biriktirdiğim hırslarım mıydı bu kanların sebebi?
Ne önemi vardı ki? Sonuçta ben katil olmuştum.
Tezgahın arkasında duran meyhaneci benim afallamış halimden yararlanıp koşarak dışarı çıktı. Zaten dışarı adımını atar atmaz bağırmaya başladı: "Babasını bıçakladı manyak. Çabuk yardım edin adama!"
Babasını bıçaklayan manyak. Bu muydu artık lakabım? Peki babam beni kaç yerinden bıçaklamıştı? Neden kimse benim için bağırmıyordu?
Kulaklarım sayamayacağım kadar farklı sesler işitiyor, beynim bu sesleri bulamaç haline getirirken kendimden geçmeme neden oluyordu. Hissizlik aslında aslında bir yokluktan değilde çokluktan doğan bir yaraydı. Şu an hiç olamayacak kadar hissizdim. Üzüntü, korku, suçluluk, acıma acıma...
Daha adını koyamayacağım binlerce hisle tek başıma kalmıştım. Babamın vücudundan kanlar boşalıyordu. Bu kanlar mı kardeşime hayat verecekti? Hala ümit besleyebilir miydim kardeşim için?
Meyhanenin kapısı sertçe açıldığında kapı; arkasındaki duvara çarpmıştı. Her şey ağır çekim halinde ilerliyordu sanki. İki tane izbandut gibi adam elindeki parlak gümüş rengi silahı bana doğrultuyordu. Benim çoktan etkisiz hale geldiğimi fark eden polislerden biri "Sağlıkçıları buraya çağrın çabuk! Çok kan kaybetmiş." dedi. Diğer adam ise elinde tuttuğu kelepçeyle bana doğru geliyordu. İri iri açtığım gözlerimle karşımdaki adama baktım.
Ne olacaktı şimdi? Agah iyileşecek miydi? İçimde barındırdığım binlerce histen yalnızca merak benliğimi ele geçirmişti. Korku ise zaten başından beri kalbimi mesken tutmuş bir duyguydu. Bir sürü soru beynim odacıklarını istila ediyordu. Bu sorular yer değiştirip birçok şekilde gözümün önüne geliyordu ama tek bir soru hala beni içten içe öldürüyordu.
Agah'a kim kan verecekti?
Agah'a kan veren olmazsa ölecek miydi?
Sağlık görevlileri ellerindeki değişik malzemelerle bıçağı sapladığım yere acele fakat temkinli hareketlerle ilk yardım yapıyorlardı. Polisler beni götürmek için uğraşıyorlar bense babama bakmak için yerimden kıpırdayamıyordum. Babam gözleri kapalı bir şekilde zeminde boylu boyunca uzanıyordu. Nefes aldıkça insanın vücudu hareket ederdi değil mi? Babamın vücudu hareket etmiyordu. Nefes almıyor muydu? Bir türlü olanları, yaşananları, yaşanacakları kavrayamıyordum. Doktorların babama müdahalelerini donmuş gözlerle izlerken polislerden biri soğuk kelepçeleri incecik bileklerime taktı. Babamın ağır vücudunu sedyeye koyup hızlıca kahvehaneden dışarı çıkardılar.
Agah gibi...
Babam ambulansa bindirilirken bende kollarımdan tutan polislerle sokağa çıktım. İnsanların hepsi yığılmış katil diye bağırıyorlardı. Benim gözüm babamın bindirileceği ambulansın kapısındaydı. Bir Agah'ın kanlar içinde yatan hali, birde babamın şimdiki hali sürekli yer değiştiriyordu.Gözlerim bulanık görmeye başladığında birkaç kez kırptım ama bir faydası olmadı. Kulağım o kadar ses yığınından algılayabildiği kelimeleri beynime iletiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dilşah +18 (Tamamlandı)
General FictionTakıntılı bir mafya onun peşindeyken onun kalbi kim için atacaktı? "Hayatım boyunca tek bir kadın sevdim Dilşah." Bakışları vedalaşıyor gibiydi. Başındaki silah kalkar kalkmaz iki silah patladı. Biri polislere aitti. Diğeri... Ağzım açık kalmış, ka...