8. Bölüm

7.2K 229 38
                                    

8.Bölüm

Bir kağıt ve bir kalem verildi elime. Yeni hayatımı temsil edecek bir kokteyl yapmam istendi benden. Dilime alamayacağım sözcüklerimi hazin hatıralarımın mezarlığına gömdüm. Harflerimin yığın ettiği özgür cümlelerime önceliğim kardeşlerim oldu. Sıfırdan başlamak için attığım adımlarım beyhude amaçlarda harcanıyordu. Bu hayattan öğrendiğim; insan tek başına doğduğu gibi hayatına da tek başına devam ediyordu. Tanımadığım, el alem grubuna giren herhangi bir adam; tek başıma olmadığımı söylüyordu. Elinden tutarak ona ayak uydurmam güneşin ışınlarını yarınıma doğuruyordu.

Yaklaşık iki aydır çalışıyordum "Siyah Gökyüzü" restorananında . Garsonlar boş kaldıkça arkamdan konuşuyor, baş garsonun gözü hep üzerimde geziniyordu. Gerçi şu an bunların hiçbiri umrum da değildi. Çünkü hayatım normale dönüyordu. İki ay boyunca aldığım iki maaşla önce mutfağı baştan aşağı donattım. Daha sonra Mira için iki tane bez bebek aldım. Minik meleğimin neredeyse hiç oyuncağı yoktu. Agâh'a da onca ısrardan hatta "Ablalık hakkımı helal etmem." cümlesini kurduktan sonra gönlümün rahat, paramın el verdiği şekilde üç parça ;siyah, açık mavi ve bordo olmak üzere kot pantolon aldım. Üstüne bol siyah kazak, bordo pantolonla güzel bir uyum yakalayacağını düşündüğüm beyaz, bordo düğme ve bileklerinde bordo şeritlerden oluşan bir gömlek ve mavi kotunun üstüne açık yeşil bir penye aldım. Agâh kaslı bir çocuk değil aslında. Hatta yaşıtlarına göre biraz göbekli olduğunu bile söyleyebilirim ama bu görünüşünde sorun teşkil etmiyordu. Gerçi hâlâ nasıl göbekli olduğunu anlayabilmiş değilim bu sefaletin içinde. O da ayrı bir konu ya neyse. Haberleşmeye ihtiyacım vardı evdekilerle çünkü artık gün boyu daha çok ayrı kalıyorduk . Bu yüzden Agâh'a ve kendime maliyeti düşük tuşlu telefonlardan alıp içine kontör yükletmiştim. Bu iş bize gerçekten iyi gelmişti. İki ay da bu denli toparladıysak gerisini düşünemiyordum. Babama gelince... Babam korkutucu sessizliğiyle iki ay boyunca hiçbir vukuat işlememişti. Hatta neredeyse günün tamamını dışarıda dolduruyordu. Birkaç kere Agâh'ın yediği tokatları saymazsak pek fazla zarara uğramamıştık bedenen. Babam çok garip davranıyordu, bir haller vardı onda ama çözemiyorum bir türlü ne olduğunu. Sanki bir şeyler onu rahatsız ediyor bu yüzden de sürekli araştırmalar yapıyormuş gibi. Yapacağı şeyin ucunun bize dokunmasını istemiyordum. Kokusu yakında çıkar diye bu meseleyi mecburen akışına bırakmıştım. Bugün günlerden pazardı, yani tatil günümdü. Aslında hafta içi fazla çalışmıyordum bu da beni yormuyordu. Yeni hayatım olmuş, bu düzensiz hayatıma nefeslerimi anlamlı kılmak adına güzel nizam kuralları getirmiştim. Mesela artık ev toplama ve bulaşık yıkama görevi yalnız bana ait değil Agâh ile benim aramda bölünmüştü. Her konuda kendimi şansız görsemde kardeşlerimle bu şansızlığımın üzerine bir örtü çekebiliyordum. Çünkü onlarda bana destek olabilmek için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlardı. Mesela Agâh derslerini hırsla asılıyordu. Daha çok çalışıyordu ve babamın hareketlerini eğitimine yansımasına izin vermiyordu. Bu yıl lise sınavına girecekti kardeşim. Benimse üniversite sınavımla ilgili hiçbir ümidim kalmamıştı artık. Yaklaşık altı ay kalmıştı, bu altı aylık süreç beni ilgilendirmiyordu ne yazık ki. Avukatla geçen o anlamsız olaydan sonra birkaç kere restoranda görüşmüştük. Çok yoğun çalışıyordu hatta her görüştüğümüzde müvekkili olduğunu öğrendiğim, dekolte hastası kadınlarla sohbet ediyordu. Garson olarak masalarıyla ilgilendiğim için görüşmelerini biliyordum. Kadınlar garson olduğum için beni görmezden gelirken Merih yüzünde yeni çıkmış sakallarının gölgelediği dudaklarıyla nezaketen gülümsemesini eksik etmiyordu. Her gülümsediğinde içimde yabancı olduğum duygular kaynıyordu. Onun dışında da hayatım rutin devam ediyordu.

Pazar günleri bir haftanın yorgunluğunu taşıyan bedenimin mükâfatıydı. Mira her ne kadar benimle uyumak istesede Agâh onu da yanında götürmüştü, sabah uyandığında beni de uyandırmaması için. Mira'nın öyle bir huyu vardır çünkü. Kendisi uyandıysa yanındaki de mutlaka uyanmalıdır. Çapakların istila ettiği gözlerimi yavaşça araladığımda dinlenmiş vücudumun ve rahatlamış kafamın verdiği huzurla yatakta esnerken epey bir zamanı harcamıştım. Ev ciddi anlamda soğuktu. "Bu devirde sobalı ev olur mu?" diye sormaya gerek yok bizde o da olurdu. Soba geceden sönmüştü herhalde çünkü oda buz gibiydi. Soğuğun etkisinde kalmış bedenimi boş verdikten sonra mutfakta belli belirsiz sesler kulağıma ilişiyordu. Yataktan kalktıktan sonra dolabımın içinden kahverengi kazağımı giydim. Önünde ki sarı pokemon resmi tezatlık oluşturuyordu ama bunu pek de önemsemedim. Altına geçirdiğim bez siyah eşofman pantolonumla odadan çıktım. Boya vaktinin geldiği -hatta boya namına herhangi bir iz taşımayan- bazı yerlerin söküldüğü, bazı yerlerin ise Agâh ve benim bedenimle tahrip edildiği duvardan; ses çıkarmamak için destek alırken, iki meleğimin fısıltı sandıkları ama en az on metre ileriden duyabileceğim konuşmalarını dinlemek için durdum. Mira "Ablam sence beğenir mi abiş? " derken bir çatalın yere düştükten sonraki sesini işittim. Söylediği bu cümleden sonra korkuyla mavi gözlerini belerterek Agâh'a baktığından adım kadar emindim. "Beğenmek laf mı bayılacak abiciğim. Hadi düşürdüğün çatalı al da tezgâhtaki bulaşıkların içine at ve yenisini getir. Sonra da beraber ablamı uyandıralım. " Beni uyandıracaklarını duyunca hızlı ve sessizce odamın içine girerek uyuyormuş numarası yapamaya başladım.

Dilşah +18 (Tamamlandı) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin