Bölüm 19 - Part 2 "Alınan Riskler"

2.1K 221 112
                                    


Medya; Arya ve Markus'ın dansı


  ARYA

  Açıkçası Asil'e kararımı söylerken ki kararlılığımdan şu an eser yoktu. Alara'nın kısa ziyaretinden sonra ikizim beni odamda yalnız bırakmış ve işinin başına dönmüştü. Bense düşünmeye ihtiyacım olduğu için kendimi sarayın büyük ağaçlarla sarılı bahçesine atmıştım. Ölümle yüzyüzeyken söylediklerim ve kabul ettiğim duygularım birer birer zihnime hücum etmeye başlamıştı bile. Ölümü bu kadar kabul etmiş olmam mı duygularımı ortaya çıkarmıştı? Yoksa sadece duygusallığımdan kaynaklı mıydı bütün bunlar? 

  Kafamın içinde dönüp duran bir sürü düşünce vardı ve hiçbiri bana yardımcı olmuyordu. Bir yanım bunun zayıflık olduğunu savunurken diğer yanım bunun bir zayıflıktan çok daha farklı bir şey olduğunu savunuyordu. Böyle iki arada bir derede kalmışken Markus'a yaklaşmak beni ne hale getirecekti? Hiç bunu düşünmemiştim. Belki de sadece akışına bırakmalıydım.

  Yüzüme doğru esen rüzgârla gözlerimi kapadım. Karşımda uzanan ağaçların bana, doğru olanı fısıldamasını isterdim. Eğer peşine düştüğümüz bu teori gerçekse; Markus ve benim, biz, olma ihtimalimiz var mıydı gerçekten? Farkında olmadan, içten içe aslında hissettiğim bu heyecanın sebebi bu muydu yani? Biz gerçekten olabilir miydik?

  Hiç sanmıyorum. Markus, küçüklüğünden beri babamın yandaşı olmak için eğitilmişti. Beyni yıkanmıştı belki de. Şimdi birden bire doğruyu seçmesi mantıklı değildi. Kim olursa olsun, isterse dünyanın en iyi türü olsun, bazı şeyler küçüklükte neyse büyüdüğü zamanda öyle kalırdı. Ve ben Markus'ın bir anda değişmeyeceğini bilecek kadar iyi tanıyordum onu.

  Derin bir nefes alıp gözlerimi, kırpıştırarak ağaçların arkasına düşen güneşe çevirdim. Duygularım bir güneş gibiydi; o var olduğu sürece Ay asla parlamayacaktı ve bizim Ay'a ihtiyacımız vardı. Ay olmadan türler birer hiçti. Gücümüzü Ay'dan alırdık ve her birimiz onun bir parçasıydık. Ay yoksa türler de yok demekti. Esas endişelenmem gereken bu olmalıydı, Markus'ın gerçekten üvey kardeşim olup olmaması değil. Bir kraliçe olarak türlerin geleceği hakkında endişelenmeliydim.

  Uzun koyu kestane renkli saçlarımı geriye savuran rüzgâra arkamı döndüğüm gibi görüntü değişti. Artık sarayın büyük bahçesini ve ortasında bulunan küçük süs havuzunu görmüyordum. Gördüğüm; evrenin bana yapmam gereken şey için yol gösterdiğinin bir kanıtıydı. 

  Eski, kullanmayı nerdeyse bıraktığımız ve sadece kraliyet ailesinin içeri girebildiği kütüphanenin bir görüntüsüydü. İçerisinin mumlarla aydınlatıldığı oda, vaktin güneş batımından sonra olduğunu gösteriyordu. Ancak burada esas nokta duru-görüde Markus'ın olmasıydı. Görüntüsü bile kalbimin atış hızıyla oynarken görmezden gelmeyi denedim. Odağımı elinde tuttuğu ve kalın italik yazıların bulunduğu kitaba çevirdim: Karanlık Çağ'dan Bugüne Atalar.

  Kaşlarım aniden çatılırken içimde oluşan merak duygusuna engel olamadım. Ne gibi bir amaçla bu kitabı okuyor olabilirdi ki? Öyle görünüyor ki bunu deneyimleyip öğrenecektim. Hızlı adımlarımı saraya çevirirken merdivenlerin başında Cere Nessa her zaman olduğu gibi büyük bir ciddiyetle ben bekliyordu. Elimi uzattığım gibi bileğindeki tokayı vermişti. Zihinimi okuyabildiğini biliyordum, ancak Cere güçleri olmasaydı bile ne istediğimi bilebileceğinden emindim. Nessa, kuşaklar boyu Avalon ailelerinin sağ kolu olan bir aileden geliyordu. Belki de bu onu, işince kusursuz yapan en büyük etkendi.

  "Teşekkürler" diye cevapladım. "Kraliyet kütüphanesine ılık halde Astera* çayı istiyorum."

  Cere Nessa, hızlı adımlarıma ayak uydurarak beni takip ederken sordu. "Yanına meyan köklü kurabiyelerden de getirmemi ister misiniz kraliçem?"

Karanlık Ay | IMMATURA 2Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin