Bölüm 57- Telefon

768 54 8
                                    

Yosundan...

Ofise girdiğimde kimseyi görememek tek kaşımın yavaşça havalanmasına sebep olmuştu. Bir an içime bir umut dolarken telefonumu çıkarıp Yavuzu aradım.

"Alo Yavuz! Nerdesiniz?"

"Yosun. Sakin ol bak şimdi. Biz yoldayız, Seçkin şehrin batı bölgesinde tuğla fabrikasına yakın yerde şüpheli birkaç depo keşfetmiş. Onlara bir göz atacağız."

"Tamam ben de geliyorum."

"Sen olduğun yerde kal." Tam kapıya ulaştığımda olduğum yerde kaldım. "Bilgisayara birkaç durum ekledim; son telefon sinyali, arabanın kameralara yakalandığı son yer falan. Bize yaklaışık olarak yeri bulacaktır. Yüzde yüz olduğunda beni yeniden ara. Gerçi şuanda olduğumuz yerlere yakın falan çıkma olasılığı çok yüksek ama sen yine de bekle tamam?" Yavuz herşeyi tek nefeste söylediğinde iç geçirip Yavuzun bilgisayarına ilerledim. Neredeyse dolmuştu, en fazla beş dakika daha beklerdim zaten.

Sandalyeye oturup parmağımı masaya vurmaya basladım, ardından sol bacağım titremeye başlarken aynı zamanda alt dudağımı kemiriyordum. Ahh! Duramıyorum. Çıldıracağım ya, nerede bu çocuk?

İşte o an belki de uzun zamandır yapmam gereken şey aklıma geldi. Evet numara! Dağ evinde Özgüre mesaj atan numara! Belki o kişi de Mertin kaçırılma olayının içindeydi değil mi? Eğer Sönmezin adamıysa öyle olmalıydı...

Ellerim titreyerek rehberimden numarayı buldum ve ara tuşuna bastım. Umutla telefonun çalmasını beklerken... mutfaktan boğuk bir melodi yükseldi.

Kalbim ağzımda atmaya başlarken aramayı sonlandırdım ve.. melodi de kesildi. İçerideydi! Vallahi içerideydi.

Yavaşça masadan kalkıp elimi belimdeki silaha götürdüm. Mutfak kapısına ulaştığımda derin bir nefes aldım ve arama tuşuna yeniden basıp telefonumu arka cebime sıkıştırdım. Mutfak kapısını araladığımda... masanın üzerinde titreşen telefonu gördüm.

Silahımı yavaşça indirip mutfağa doğru ilerlerken kulaklarım uğuldamaya başlamıştı. Çünkü bu telefon... Seçkinin telefonuydu. Hemen ucunda geçen sene ona aldığım anahtarlık sallanıyordu.

Ben bunun nasıl olabileceğini kestirmeye çalışırken Yavuzun bilgisayarından bir ses yükseldi, yüklemenin bittiğini belirten bir ses...

Hemen bilgisayara koşup ekrana baktığımda Yavuzgilin gittiği yerin tam zıttında ormanlık bir araziyi gösterdiğini gördüm. Yavuz Seçkinin onları oraya çağırdığını söylemişti, Mertin olabileceği yerin tam zıttına..

Seçkin... Elimdeki silahı belime yerleştirip ofisten fırladım. Belki de şuan bu bilgisayar sayesinde Merte çok yaklaşmıştık. Bu şansın kayıp gitmesine izin veremezdim...

***

Mertten...

Tek bir el silah sesini duyduğumda gözlerimi araladım. Etrafıma bakınıp depoda kimseyi göremeyince hayretler içinde yerimde oturup ağrıyan sırtımı esnetmeye çalığımda birden bileklerimdeki ip koptu ve kollarım sandalyenin iki yanında sallanmaya başladı. Morarmış bileklerimi ovuşturarak sandalyeden doğrulduğumda bir an dengemi kaybedecek gibi oldum fakat dudaklarımı dişleyip dengemi yeniden sağladım. Uyuşan bacaklarımı hareket ettirmeyi başarıp ilk adımımı attığımda etrafıma bir kez daha bakındım. Depo bomboştu...

Adımlarımı hızlandırıp depodan ormanlık yere çıktığımda bir kez daha... bir kez daha, bir kez daha bakındım. Kimsecikler... kimsecikler yok!

İçime dolan bir umutla sağa doğu koşmaya başladığımda bir silah sesi daha duydum. Ardından ayaklarımın dibinde havalanan yapraklar... Bir dakika! Birisi benim ayaklarıma mı ateş etti, daha doğrusu adımımı atmak üzere olduğum yere?

Başımı kaldırıp ağaçları taramaya başladım gözlerimle, ama sadece ağaç vardı işte. Yeniden adımımı atacağımda yeniden havalanan yapraklar ve etrafa saçılan toprak parçacıkları... Pekala, bu her kimse sanırım sağa gitmemi istemiyor.. Ve de şuanda burada sadece ikimiz olduğumuza göre...

Belki de kurtarıcım olan bu kişiyi dinlemeye karar verdim, gerisin geri dönüp deponun soluna doğru yürümeye başladım. Önce yavaş adımlar atarken ardından hızımı arttırdım ve koşmaya başladım. Evet koşuyordum, belki de kalan son gücümle... nereye koştuğumu bilmeden...

***

Yosundan...

Bilgisayardaki koordinatlara en yakın yol kenarına arabamı park ettim ve hiç düşünmeden ağaçlık alana daldım. Eğer dümdüz gidersem koordinatlardaki depoya bir saate ulaşabilirdim. Adımlarımı daha da hızlandırıp koşmaya başladım.

Ne kadar süre koştuğumu bilmeden nefes nefese kaldığımda yavaşladım ve nefesimin biraz olsun düzene girmesini beklerken tam karşımda bir beden gördüm. Bana doğru yürümeye çalışan bir beden...

Son gücümle o bedene doğru koşup boynuna sarıldığımda Mertin bedeni yavaşça ellerimden kaydı ve yere diz çöktü. Doğru.. çok yorulmuş olmalıydı. Onunla beraber yere çöktüm ve yara bere içinde kalan yüzünü yaralarını acıtmamaya özen göstererek avuçlarım arasına aldım.

"Mert!" Gözlerini beni bulduğunda kurumuş dudaklarını araladı fakat konuşmadı.

"Tamam. Konuşma. Hastaneye gidelim hadi. Ayağa kalkmaya çalış. Hadi lütfen!"

"Y-yosun." Beklentiyle dudaklarına baktım. "Sadece eve gidemez miyiz, senin evine... kimseye beni bulduğunu s-söyleme." Neden böyle birşey istediğini anlamasam da başımı salladım. Zaten Seçkinin ne iş döndürdüğünü buluncaya kadar ofistekilere birşey söylemeye niyetim yoktu. Adnan amcayla babama da söylemeyiverirdim.

Tek kolunu omzuma atarak onu yerden zorla kaldırdım.

"O zaman çıkalım hadi buradan."

.

.

.

Elimdeki ıslak havluyla yüzündeki kuruyan kanları temizledikçe yaraları daha belirgin oluyordu. İç çektiğimde Taner elini omzuma koydu.

"Bu gece evde kal." Gözlerimi Mertten ayırmadan başımı salladım. "Merak etme, Kemal baba geldiğinde onun Merti farketmesini engellerim. Odandan çıkmasın yeter."

"Teşekkür ederim Taner." Elimdeki havluyu su dolu kaba bırıktığımda Taner kabı alarak odamdan çıktı. Bense yavaşça Mertin yanına kıvrılıp örtüyü üzerimize çektim.

Uyu.. uyu ve eski Mert olarak uyan, ne olur?

***

Mertten...

Gözlerimi karanlığa araladığımda önce içime bir korku düştü. Yine mi dedim ama ardından yanımda nefes alan bedeni farkettim. Başımı ona çevirdiğimdeyse pencereden giren ay ışığında yüzünü gördüm. Yavaşça elimi kaldırıp parmağımı yüzünde dolaştırdığımda kıpırdandı fakat uyumaya devam etti. Gülümseyerek yüzüne bakarken depoda o adamın söyledikleri aklıma geldi...

Derin bir nefes alıp bedenimi zorlanarak da olsa ondan tarafa kaydırdım. Alnımı çenesine yasladığımda başının altındaki ellerinden birini saçlarıma götürüp karıştırdı.

"Uyandın mı uykucu?" Tebessüm ederek onaylayıcı bir ses çıkardığımda derin bir nefes aldı. "Hava birazdan aydınlanır. İşe gitmem gerek ama merak etme, burada olduğunu kimseye söylemeyeceğim. Taner yemeğini odaya getirir o yüzden dışarı çıkmana gerek yok. Eğer bir şeye ihtiyacın olursa.."

"İdare edebilirim."

"Yarın akşam gelmeyebilirim." Başımı salladım bu kez. "Eğer istersen Adnan amcayı arayabilirsin."

Sustuğunda kolumu yavaşça beline doladım. Saçlarımdaki elini hareket ettirip başımı kaşıdığında derin bir nefes alıp kokusu içime çektim.

Yanılmamıştım işte... Anne kokusuydu bu koku. Annemin kokusuna en yakın koku.. kardeşimin kokusu...

...devam edecek...

Beyaz ve Siyah~Eve DönüşHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin