elli altı

49.9K 3.9K 2.9K
                                    

Onu hiç bırakmayacağımı söylerken ne kadar güçlü hissediyorsam şimdi de o kadar güçsüz hissediyordum.

Özcan'ın beni ne kadar çok sevdiğini biliyordum ama neler yaşadığını da öğrenmiştim artık. Bencil davranamıyordum bu konuda. Küçüklüğünden beri baskı ile büyümüştü. Ve şimdi yaşamının geri kalanında da bu baskıyla büyümesine gönlüm elvermiyordu.

Yatakta oturmuş ne yapacağımı düşünüyordum. Buradan gitmem ve belki de onun gözüne bir daha gözükmemem gerekiyordu. Bunu nasıl yapacağımı bile bilmiyordum.

Telefonun ekranına baktım ve en yakın tarihteki uçak biletlerine bakmaya başladım. Birini almam gerekiyordu ama babamın üzerine kayıtlı olan karttan alırsam Diyarbakır'a geldiğimi görürdü ve açıklaması çok zor olurdu.

Bir bilet bulup kart numaramı girerken kapı birden açıldı. Kalbim hızlı hızlı atarken kafamı kaldırıp baktım ve Özcan'ı gördüğüm anda telefonu kapatıp kenara koydum. Ağzım aralık, panik halinde ona baktım.

Özcan kapıdan girerken normal olsa da benim telefonu gizlediğimi görünce kaşlarını çattı. Üzerindeki ceketi çıkarırken çatık kaşları ile üzerime geldi.

"Ne saklıyorsun?" şüpheli sesiyle kafamı olumsuz anlamda salladım.

"Hiçbir şey saklamadım." dedim ama tabi ki bu inandırıcı değildi. Ceketi yer minderlerinin üzerine yavaşça bıraktı ve kazağının kollarını sıvayıp yanıma geldi.

"Yalan söyleme." dedi ve ellerini uzattı. "Telefonunu ver."

"Özcan gerçekten bir şey saklamıyorum." güçsüz sesimle konuştum ama dişlerini sıkıp gözlerini irileştirdi. Anında gözünün altında ki o damar belli olmuştu.

O kadar korkutucu görünüyordu ki onun bu halini görmek istemiyordum. Bakışlarımı çevirip telefonu çıkardım ve ona uzattım.

Elimden anında kaptığında bakışlarımı yeniden Özcan'a uzattım. Aynı ifadeyle gözlerimin içine bakıp telefonu elinde çevirdi ve ekranı açıp şifreyi girdi.

Ekranı izlerken kaşları çatıldı ve birkaç şeye dokunup kafasını kaldırdı. Göz kırptı hayırdır gibisinden.

"Neden yarın için bilet bakıyorsun?" sıkıntılı bir nefes verdim.

"Hayır gideceğim zamana bakacaktım ama yanlışlıkla oraya girdim." dedim inanmasını umarak. Ama hiç inanmışa benzemiyordu.

"Ne oldu Emre?" diye sordu sinirle. Telefonu hâlâ aynı şekilde tutuyordu.

"Bir şey olmadı işte..." dedim ama sonlara doğru sesim titremişti. Gözümün dolu dolu olduğunu görünce kaşlarını çattı.

Telefonun ekranını kapatıp kenara attı ve iki adımda yanıma gelip kolumdan tutup beni ayağa kaldırdı.

"Gel benimle, direkt dışarı çık. Annemler görmesin yüzünü." dedi beni kapıya doğru çekiştirirken. Demek o kadar berbat görünüyordum.

Kapıdan çıkarken kolumu bıraktı. Beni onune katıp dış kapıya yöneldi. Annesine Kürtçe bir şeyler söyledi ama anlamadım.

Dışarıdaki soğuk yüzüme vururken biraz daha ağlayasım gelmişti. Ayakkabımı giyinirken burnumu çektim. Özcan bunu fark edip elini hafifçe belime koydu ve okşadı. Saniyeler süren temastan sonra elini hızlıca çekti.

Dışarı çıktığımızda nereye gideceğimizi bilmiyordum ama aşağı doğru yönelince anlamıştım. Orada sadece dedesinin yaşadığı ev vardı.

Dedesi karısı öldükten sonra onlar ile yaşarken, oğlu yani Özcan'ın babası ile anlaşamayınca evlatlarının itirazlarına rağmen o küçük eve geçmiş yeniden. Tabi evlatları kahvaltısını bile hazırlayıp götürüyorlar, temizliğini yapıyorlar ama adam kendi evinde kafası daha rahat bir şekilde oturuyordu.

ERGANİLİ SEVGİLİM Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin