Bölüm 22 • Kötü Şöhret Yanılgısı

19.8K 1.8K 968
                                    




Gökyüzünde hiç yıldız yok, üstelik kimse gülmüyor, cehennem gerçekten böyle bir yer olmalı.

Aras, Wristcutters izledikten sonra böyle demişti.

Otuz Dört'ün bahçesinde bakışlarımı gökyüzüne çevirmiş ve şehrin ışıkları tarafından yutulduklarını bildiğim halde orada olduklarını ama işte saklandıklarını umarak uzun uzun uzun baktım. Keşke tam şu an o filmdeki koltuğun altındaki kara deliğe düşüp asla bulunamayacak olanların arasında kaybolsaydım. Aras'a o gün de katılmamıştım, şimdi de aynı fikirdeydim. Cehennem değildi, sadece, hayattan vazgeçebilenlerin buluştuğu başka bir dünyaydı. Tıpkı o başka dünyada olduğu gibi gülümseme olmadan yaşayabilirdim, yıldızları şehrin ışıkları çoktan yutmuştu ve sadece 1 üyesi intihar eden çok iyi gruplar vardı, onları dinleyerek devam edebilirdim yaşamaya.

Filmin var oluşuyla tamamen zıt, insanın içinde bir şenlik ateşi yakan Gogol Bordelo şarkısı kafamın içinde çalmaya başladığında istemsizce gülümsemiştim. Ve boom! İlk andan Wristcutters evrenine zıt düşmüştüm.

"İnsanlar mı, yalnızlık mı?"

Cihan yaktığı sigarayı dudaklarına yasladığında kaşlarını kaldırarak ifademi incelemişti.

Kendimi ittiğim başka bir dünyadan çekilmem kaç dakika sürmüştü, 3 mü?

"Kaçtığın," diye devam etti Cihan. "Hangisi?"

Sigara paketini bana uzattığından içinden bir dal çekip dudaklarıma yasladım. Çakmak yerine kendi sigarasını uzatmıştı ve ucunu, ağzımdaki sigaranın ucuna tutarak yakmıştım.

"Kendim," dedim, tamamen dürüst olarak.

"Oooo," dedi. "Çözümsüz derde düşmüşsün."

Kullandığı arabesk tonu görmezden geldiğimde bakışlarım yeniden gökyüzüne kaymıştı. Durup durup durup Aras'a sesleniyordum.

"Filmin sonunun saçma olduğunu hatırlıyorum," diye mırıldandım.

Cihan'dan anlamayan bir nida duyulmuş bir de bakışlarını bana çevirmişti. Ben ise yıldızların olması gereken yere bakıyordum. Gözlerimi ayırdığım anda bir yıldız belirebilirdi, tıpkı filmdeki isteklerin onlardan vazgeçildiği anda gerçekleşmesi gibi.

Zia, koltuğun altındaki kara deliğe düşüyor, dedi Aras. Kara delikte süzülürken birden uyanıyor ve gözlerini bir hastane odasında açıyor. Bileklerinde sargılar var, tabii ki. Hemen yanında ise Mikal.

Kaşlarımı çattığımda, hoşnutsuz bir tavırla gökyüzüne doğru çıkıştım.

"Tüm filmin rüya çıktığı ve sonunu romantik kılmak için uğraştıkları için evreni yerle bir ettikleri başka bir film."

Gülümsüyorlar Atlas, birbirlerini ilk gördükleri anda, gülümsüyorlar.

"Atlas kendi içinde bir konuşma mı yaşıyorsun yoksa benimle mi konuşuyorsun anlamıyorum."

Cihan'a çevirdiğimde bakışlarımı ona tam şu an Aras ile konuştuğumu söylemek ve yüzünün alacağı şekli görmek istemiştim. Gülmekle yetindiğimde kaşlarını kaldırdı.

"Bir filmin sonunu düşünüyordum, dalmışım."

"Hangi film?" Konuşmaya dahil olmanın verdiği heyecan mıydı yüzündeki yoksa bildiği bir konuda konuşma umudu mu bilmiyordum ama gülümsemeyi pas geçerek cevaba yöneldim.

"Wristcutters: A Love Story."

Yüzünde tam da tahmin ettiğim gibi bomboş bir ifade belirdi. Eski bir filmdi ama o kadar da eski sayılmazdı. Aras ile izlediğimizde o liseye gidiyordu, ben ise ortaokula. Filmin temasının intihar olmasından hoşlanmamıştım o zamanlarda, hatırlıyordum. Aras'ın ise film zevkine bütünüyle uyan bir yapımdı. Benden sonra o birkaç kez daha izlemişti. Sevdiği kitapları tekrar tekrar tekrar okur, kapaklarının yıpranmaktan parçalanacak hale getirirdi. Filmleri ise her seferinde aynı dikkatle izlerdi. Gördüğü her şeyi beynine çeken bir hortum olmasını dilediğinden emindim, her şeyi arşivlemek ve içeride tutmak istiyordu. İyi bir hafızası vardı ve bu kesinlikle hakkını verdiği bir özellikti. Ben ise sıkılırdım, izlediğim filmleri tekrar izlemekten, aynı mekana sürekli gitmekten, bir şehirde yıllarca kalmaktan çabucak sıkılırdım. Müzikler dışında her şey değişsin istiyordum. Sadece şarkıları üç yüz bin defa dinleyebilirdim, sadece şarkıları.

Kırmızı HaziranHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin