Telefonun ekranını kapattım. Gölge cevap için biraz bekleyecekti. Ne yapacağıma karar vermeden önce aklımı toplamam gerekiyordu. Bu kez daha zor olacaktı. 3 ay beklemeyecekti elbette ama en azından 3 saate ihtiyacım olduğu kesindi.
"Gel..."
Pars elindeki tepsiyle bahçeye çıkmadan önce bana seslenmişti. Zihnimde bir uyuşukluk vardı. Sanki artık her şey netliğini ve berraklığını yitirmişti. Nasıl oluyordu bilmiyordum ama biri bir tuğla çekiyor ve hemen sonra günlerce yol aldığım düzlem sallanıyordu. Yine olmuştu, Gölge itina ile ördüğüm duvardan bir tuğla çekmişti ve işte sallanıyordu. Üzerimde devrilmesinden korkmuyordum artık çünkü günlerdir içine çekildiğim girdap bana hayatta kalmaktan daha fazlasını öğretmişti. Gerçeği öğrenecektim. Sonucu ne olursa olsun, gerçeği öğrenecektim. Önemli nokta ise şuydu, gerçeği ararken kimin yanında duracaktım.
Pars namlunun ucunda mıydı? Silahı ben mi tutuyordum? Yoksa silah ben miydim? Silahı tutan ise Gölge miydi?
Oyunu ben mi kurmuştum, yoksa bir piyon muydum?
"Atlas..." diye seslendi Onat. "Cin tonik hazır, buz istiyor musun?"
Başımı iki yana salladım. Buz istemiyordum. Gitmek peki, gitmek istiyor muydum?
Eve değil, dedi Aras.
"Nereye?" diye sordum, boşluğa doğru.
Elimdeki telefonu yatağa attım. Çıplak ayaklarımı zemine çarpa çarpa çarpa bahçeye çıktım. Oturdukları yere dönmeden adımlarımı çimlere yönlendirdim ve duvarın kenarına kadar yürüdüm. Bakışlarımı karanlık gökyüzüne çevirdim. Yıldızları biraz ışıklar saklamıştı biraz bulutlar. Yine de tek tük seçiliyorlardı.
"Nereye?" diye seslendim, yukarı doğru.
Nereye gitmek istiyordum?
Pars'a sor, dedi Aras.
"Neyi?" diye bağırdım, "Neyi sorayım ona?"
Cevabını merak ettiğin soruyu Pars'a sor.
Biliyor muydu ki?
Saçlarımı savurarak aniden arkamı döndüğümde üzerimde sadece bir çift göz vardı. Bana lazım olan da o gözlerin sahibiydi.
"Biliyor musun?" diye seslendim.
Oturduğu yerden kalktı. Benim gibi çıplak ayaklarını çimler boyunca sürerek yanıma kadar yürüdü. Bakışları önce gökyüzünü buldu. Üç tane yıldız vardı belirgin. Bir an için o üç yıldızın temsil ettiği üç kişinin yokluğu fikri beni sarstı.
Kayıpları için üzülmüştüm evet. Üzülmek anlamayı doğurmuyordu çoğu zaman. Pars'ın dalgın yüzüne indirdim bakışlarımı. Kaşlarını belli belirsiz çatmıştı, elleri kotunun ceplerindeydi ve her zamanki gibi biraz kambur duruyordu.
"Nasıl hayatta kaldın?" diye sordum, asıl sormam gereken soruyu erteleyerek.
Bakışlarını bana çevirmedi. Üç yıldızdan biri daha yukarıda ve parlaktı. Ben ona baktığımda Aras'ı düşünüyordum, belki o da Sezin'i düşünüyordu. Ya da hiç doğmayacak olan bebeği.
"Kalmadım," dedi, net bir sesle. "Bunu böyle söyleyince fazla..." Duraksadığında burnumdan hafifçe nefes vererek güldüm. Uçurumda buna benzer bir konuşma yapmıştık, hatırlıyordum.
"Dramatik?"
Boynunu çevirmeden gözünün kenarıyla bana baktığında başını hafifçe oynatarak onaylamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırmızı Haziran
General FictionPars, Atlas'ın önce ilk aşkı, sonra oyun arkadaşı oldu. Oynadıkları oyunun ipleri ayaklarına dolandı. Biri kaldı diğeri kaçtı. Çok zaman sonra kapı yeniden çaldı, postacı kapıya bir kaset bıraktı. Kasette Atlas'ın abisinin, Aras'ın katilinin sesi va...